Muzaffer İzgü
2004, s.198.
Pazar günleri yapayalnızız Günsel’le... Oysaki diğer günler Günsel’in başı kalabalık; fizyoterapist, oğlum, gelinim, yardımcı kadın, hemşire, torunlar... Ama pazar günleri hele oğlum yazlığına gitmişse salt evin içinde Günsel’le ben... Kasılan kasları için jel buzlar konacak bacağına, koluna, omzuna; sonra bandajlarla sarılacak.
Günsel, yarım saat buzlu buzlu yatacak. Onlar atel diyorlar, ben o aygıtlara, felçli hastanın yaşamını kolaylaştırdığı için, felçaygıt diyorum. Önce sol elin felçaygıtı takılacak. Ah yine huysuzluğu üzerinde başparmağın ve küçük parmağın... Kafesine girmek istemeyen kuşlar gibi huysuz iki parmak da. Sevgiyle yaklaşmak gerekiyor bu parmaklara, sonra küsüyor, kıvrılıyorlar. Sol ayak uyumlu. Hep içe dönmek istiyorsa da felçaygıt takılınca uyum sağlayıveriyor...
Ön balkondan arka balkona birkaç kez birlikte yürüyüş... Düş yürüyüşü... Koridor duvarları yok, kırk beş yıl önce öğretmenlik yaptığımız köyün papatyalı yollarındayız, o yıllardaki gibi el ele, bakışa bakışa... Hiç konuşmuyoruz, salt ayaklarımızın sesi var; ama içimiz gümbür gümbür. Her gün hastalıkta jiletin keskin yanı denli yol almanın mutluluğu... İki yaşama ve yaşatma hırsı birleşmiş, birlikten kocaman bir güç olmuş. O güç itiyor bizi...
Biraz sonra felçli kolu düz tutmaya yarayan uzun balon takılacak Günsel’in koluna. O balonla bir saat uzanıp kalacak yatağında. Sağ elinde bir kitap, yaşanmış, yaşanacak öyküler... Sonra yine felçaygıtlar ve mutfak... Yemekleri ısıtacağım, sofrayı süslemeye çalışacağım, bir sarı gül, bir yeşil salata... Neşeli yemek saati konuşmaları olmasa da suskun da değiliz. Bir anı, bir gülümseme, tuzsuz yemeğimizin tuzu gibi.
Sonra koridorda yine yürüyüş... Bazen el ele, bazen Günsel bir başına. Ama koridordaki kapılar yok, her kapıdan içerde bir başka güzellik, yirmili yaşlarımızın Silvan’ı, kırklı yaşlarımızın Aydın’ı, altmışlı yaşlarımızın İzmir’i... Anılara yolculuk, minicik adımlar, kocaman anılar...
Pazar günleri yapayalnızız Günsel’le... Ama öyle çoğalıyoruz ki düşlerde...