Gece Defteri.
2 Mart Cuma
Memet Fuat Adam Sanatın mart sayısında "Gerçekten Okumak" başlıklı bir yazı yayımladı. Şairlerin birbiriyle okur olarak ilişkilerine değiniyor. Karamsar ama yüzde yüz doğru bir belirleme. İlkin: "Kimse, kimseyi okumuyor, gerçekten okumuyor, şairler birbirlerinin yazdıklarına şöyle bir bakıp geçiştiriyorlar." (Vurgulama Memet Fuat'ın.)
Şair nereden ve neyle beslenir? Bu sözcüğü biyolojik anlamda da kullanıyorum burada. Çünkü şiir de tıpkı canlı organizma gibi yerli ve yabancı öteki şiirlerle beslenerek gelişir, büyür. M. Fuat'ın da vurguladığı gibi O. Rifat ve M. Cevdet, Yunan mitolojisiyle ilgilenmeye; tarihle, doğa felsefesiyle şiirsel düzlemde ilişki kurmaya başladıktan sonra ivme kazandılar. Şiirlerini siyasal sınırlanmalardan da folklorik sınırlandırmalardan da kurtardılar. Duyarlıkla düşünce, toplumsalla bireysel, biçimle öz, dille biçem arasındaki gerilimin ve uyum arayışının ürünü oluyor her büyük ve özgün şiir.
Bu yüzden şiirin de öteki sanatların da besini okumak (Resim alanında ise görmek, tiyatro ve sinema için de görmek, okumak zorunlu.). Okuma, sadece geleneği bilmek için gerekmiyor elbet; geleneği yıkmanın da ön koşulu. Yeni ölçütler, beğeniler, düşler eskinin içinden fışkırıyor çünkü. Diyalektiğin yasası bu. Karşıtların mutlak çatışması ve görece birliği. Teknolojik gelişme de zorluyor elbet yeni biçimleri. Ama mutlak olanla görece olanın iyi ayrıştırılması gerekiyor.
Her şair, bu ayrımın farkında olmak ve dünyaya eklemlenmek zorunda. Fuzûlî kadar Dante de şairin hesaplaşması gereken bir gelenek içinde. (...)
Adam Sanatta Ülkü Tamer'in iki yeni şiiri var. "Soru" başlıklı şiirin ilk kıtası şöyle: "Nerede saklıyor sesini çınar, / Çit gölgesinde mi, akarsuda mı? / Bir dağın ardında yüzüme doğru/ Güneşi savuran kardeşim rüzgâr, / Söyle bana, anlat, kış pusuda mı?"
Hece vezninde yenilik arayışlarına yeni bir örnek. Kolay ve yalın bir dize yapısı. Yine de 6-5'e ve uyaklara tat getirmişe benziyor.
3 Mart, Cumartesi
Argos'un mart sayısında Ankara bölümü: Nezihe Araz'ın, benim, Uğur Kökden'in, Can Alkor'un ve Selim İleri'nin yazıları. Alkor, metninden memnun olmadığını söylemişti. Okuyunca, genişletilmesi, örneklendirilmesi gerektiğini düşündüm ben de. Kimi gözlemleri var ki hem doğru hem de esinlendirici. Şöyle diyor: "Yeryüzüne açılış, topraklarımızdaki uygarlık kalıtına sahip çıkmamızın ön koşuluydu. Söz konusu dönem bu nedenle Anadolulu olma bilincinin de başlangıcı sayılmalı." (Vurgulama Alkor'un.)
Ne yazık ki İslamı, Selçukluları, Osmanlıyı, Hitit'i, Frigya'yı, yeni Türkiye'yi bütün olarak görmenin yol açabileceği birleşimin kültürel anlamını yeterince kavrayamıyoruz. Çok az coğrafyaya nasip olmuştur bu çoğulluk. Dahası bu toplumların hepsi yaratıcıdır: Dilleriyle kültürleriyle. Geçmiş sorunu, Anadolu'nun coğrafi/tarihsel konumunun zorlaması dolayısıyla sadece İslam-Osmanlı sorunu olarak görülemez. Yararlanmamız gereken geçmişin sınırı çok geniştir. Dahası, bu geçmiş, dünyanın geçmişini de içermek zorundadır. Yalnızcılık kısırlaştırıcı politikadır.