Salah Birsel
Günlük.
13 Ocak 1952
Tarık Buğra Milliyet'te yazdığı bir yazıda şöyle diyor:
"Sanata çelme takmak isteyenler birleşiyor da sanatı sevdiklerini, sanat için çırpındıklarını söyleyenler birleşemiyor."
Evet birleşemiyorlar, birleşemiyoruz.
Sanatı hiçbirimiz gereğince sevmiyor, sanata hiçbirimiz gereğince saygı beslemiyoruz da ondan.
7 Ağustos 1952
Bir sanatçıyı olduğuyla, yapmacığa kaçmamış haliyle yakalamak için onun eserlerine değil de mektuplarına bakmak gerekeceğini düşünüyorum.
Napolyon en özden anlarını, en duygulu davranışlarını mektuplarına dökmüştü.
Mektup tarzı bazı eserlere temel olarak da kullanılmıştır. Choderlos de Laclos'nun Tehlikeli Alakalar, Rousseau'nun Yeni Heloise, Daudet'nin Değirmenimden Mektuplar adlı eserleri ilk akla gelenler arasındadır.
Flaubert'in mektupları Madam Bovary"yi, hatta Education Sentimentale'i kat kat gölgede bırakabilecek bir keskinlik ve renkliliktedir.
Schiller'in mektuplarını ise Goethe, felsefeye değgin eserlerinden daha güçlü bulur.
24 Nisan 1953
Ben, şiirle bir kuyumcu gibi didişen şairleri her sanatçıdan yeğ tutarım.
Yanılmıyorsam Hâşim, bu görüşü benimseyen ilk şairimizdir. Onun şiirlerini bir dörtgen, bir beşgen gibi hiçbir tarafından bozamazsınız. Hoş, divan ve hece şiiri de bu denli bir anlayışla meydana gelmiştir, ,denilebilir. Hatta denilse daha da iyi olur. Yalnız, Hâşim'in tek kelimesini oynatamamak karşılığında gazellerin, mesnevilerin, koşma ve kasidelerin beyit veya mısralarını istediğiniz kadar çoğaltabilir veya eksiltebilirsiniz.
31 Temmuz 1953
Yazıyoruz, yazıyoruz ya temeli olan birkaç söz sıralamak, yüzyıllara kalacak bir iki laf etmek hiçbirimizin umurunda değil.
Herkes kendi benliğini seviyor, onun önünde küçüklü büyüklü bütün insanların boyun kırmasını dilemekten başka bir şey düşünmüyor. Doğrusu gerçeği yakalamak, varlık düzenine dört bir yandan ışık tutmak çoklarımızı yormaktadır.
11 Nisan 1954
Şu güneş altında söylenmedik söz bırakılmış yahut ben gıcır gıcır fikirler yayıyorum yollu direnmelere kalkmışım gibi. Dünya gazetesinde bir bay "Şiir dilinin kuralları nesrinkilerden çok ayrıdır ilkesini Edgar Allan Poe, Baudelaire, Valery, Pius Servien'den sonra Salâh Birsel bir kez daha bulmuştur." diyor.
Zannım o ki hiçbir yazar, hiçbir yaratık yerden bitme, yoktan var olma fikirleri bulunduğunu ileri sürmeye heveslenmez. Gide, "Duyuyorum, demek ki varım." derken hiç şüphe yok Descartes'ın o ünlü "Düşünüyorum, demek ki varım." ilkesini biliyordu. Albert Camus ise "Karşı koyuyoruz, demek ki varız."diye bağırmak için Descartes'a, Gide'e baş vurmuş olmalıdır...
Antep, 18 Mayıs 1954
Sait Faik'in ölüm haberi bile buraya ancak iki gün sonra ulaşabildi. Yaşamanın, canlılığın hikâyecisi Sait Faik demek sen de öldün?
O, hikâyeden konuyu kaldıran, konunun çok önemsiz bir şey olduğunu bize hatırlatan, öğreten sanatçıdır.
Avrupa resminde Cezanne neyse bizim hikâyemizde de Sait Faik odur.
Sait'in insan sevgisi de başka türlüdür. O insanları tek tek değil toptan severdi. Onun sevgisi daha çok soyut bir insanlık fikrine karşıydı.
3 Mart 1955
Cemal Süreya'nın, Şiir Sanatı'nda yayımlanan Dalga şiirini yedinci defa okudum. Şiir, ilkinde de olduğu gibi, beni bir çocuk sevincine, bir iç rahatlığına iteledi.