Evliya Çelebi
Seyahatname’den.
Gerçi şiddet-i şitâdan bâğı ve bağçesi yokdur, ammâ Paşa sarâyında gül bâğçesi ve Hacı Murâd Bâğı Gülistânı ve Kefeniğnesioğlu Güllügü ve Bedros Bâğı Güllügü ve niçe gül bâğları dahi vardır. Ammâ bu zikr olunan bâğların mutabbak gülleri meşhûrdur. Câ-be-câ kış elması ve Ahlâd armudu vardır, ammâ gayrı meyve aslâ olmaz. Lâkin mesîregâhlarında ve gül bâğlarında dıraht-ı kavak ve bîd-i ser-nigûnları firâvândır. Gayrı eşcâr-ı müsmirrâtı olmaz. Kışı katı olduğundan iki ayda ekerler ve biçerler ve secc edüp dögerler ve ale’l-fevr der-anbar iderler. Bizim senemizde atlar mâh-ı temmûzda çayırda iken bir ra’d u berk u dipi vü boran ve bârân yağup cümle atlar boşanup Erzurûm sahrâsında olan Umudum Köyüne ve Kâne ve Gez Köyüne varınca atlar serseri gezdiler.
Böyle şitâsı şedîd olur. Hattâ efvâh-ı nâsda darb-ı meseldir kim bir dervîşe ‘Kandan gelirsin?’, derler. ‘Berf rahmetinden gelirim’, Ol ne diyârdır, derler; sovukdan ‘Ere zulüm’ olan Erzurûm’dur, der. ‘Anda yaz olduğuna rast geldin mi? derler. Dervîş eydür: ‘Vallâhi on bir ay yigirmi tokuz gün sâkin oldum, cümle halkı yaz gelir derler, ammâ görmedim’, der. Hattâ bir kerre bir kedi bir damdan bir dama pertâb ederken mu‘allakda donup kalır. Sekiz aydan Nevrûz-ı Harzemşâhî geldikde mezkûr kedinin donu çözülüp mırnav deyüp yere düşer. Meşhûr latîfe-i darb-ı meseldir. Ammâ hakîkatü’l-hâl bir âdemin eli yaş iken bir demir pâresine yapışsa derhâl müncemid olup elinden demir ve demirden eli kopmak ihtimâli yokdur. Âhenden eli bin âh-ı serd ile halâs ederse eli ayasının sehl derisi âhıyla âhende kalır. Bu şiddet-i şitâyı diyâr-ı Azak’da ve Deşt-i Kıpçak’da erbâ‘în ve zemherîr geçirdik, böyle keskin kış görmedik. Ammâ halkı gâyet ten-dürüstdür. Yine böyle şitâ iken bâğ u bâğçesi olmayup cümle meyvesi iki konak yerden İspir ve Tortum ve Erzincan’dan gelir. Âlü’l-âl şeftâlûsü ve zerdâlûsü ve kayısısı ve üzümü okka bir akçedir. Ve birer araba kavunu ve karbuzu on akçeyedir. El-hâsıl me’kûlât cihetinden lâ-nazîr şehr-i bî-bedeldir. Lâkin odunu yokdur. Cümle dağlar uryândır, ammâ hikmet-i Hudâ odunı dahi ucuzdur (Kurşun vd. 1999: 108).
Günümüz Türkçesiyle
Gerçi şiddetli kıştan dolayı bağı ve bahçesi yoktur ama Paşa Sarayı’nda gül bahçesi, Hacı Murat Bağı Gülistanı, Kefeniğnesioğlu Güllüğü, Bedros Bağı Güllüğü ve çeşitli gül bahçeleri vardır. Adı geçen bu bağların katmerli gülleri meşhurdur. Yer yer kış elması ve Ahlat armudu vardır ama başka meyve asla yetişmez. Lakin gezinti yerlerinde ve gül bahçelerinde uzun kavaklar ve salkım söğüt ağaçları çoktur. Başka meyve ağaçları yetişmez. Kışı şiddetli geçtiğinden tarlaları iki ayda ekerler, biçerler, harman edip döğerler ve mahsulü hemen ambara koyarlar. Bizim zamanımızda atlar Temmuz ayında çayırdayken, gök gürleyip şimşek çaktığında; tipi, fırtına çıkıp yağmur yağdığında bütün atlar serbest kalıp Erzurum ovasındaki Umudum, Kane ve Gez Köylerine varıncaya kadar hep başıboş gezdiler.
Kışı böyle şiddetli olur. Hatta halkın ağzında dolaşan bir söz vardır: Bir dervişe: ‘Nereden gelirsin?’ diye sorarlar; ‘Kar’ın bol olduğu yerden gelirim.’ der. ‘O, hangi memlekettir?’ derler; ‘Soğuktan ‘ere zulüm’ olan Erzurum’dur.’ der. ‘Orada yaz olduğuna rast geldin mi?’ derler. Derviş söyler: ‘Vallahi on bir ay yirmi dokuz gün kaldım, bütün halkı ‘yaz gelir’ derler ama görmedim.’ der. Hatta bir kere bir kedi, bir damdan bir dama atlarken havada donup kalır. Sekiz aydan sonra Nevruz-ı Harzemşahî (ilkbahar) geldiğinde o kedi, donu çözülüp ‘mırnav’ deyip yere düşer. Bu, latife olarak anlatılan meşhur bir hikâyedir. Ama işin gerçeği bir insanın eli yaşken bir demir parçasına yapışsa hemen donup, elinden demiri ve demirden eli ayırmak ihtimali yoktur. Demirden eli, bin ah vah ile kurtarsa bile avucunun derisi demirde kalır. Bu şiddetli kışı, Azak memleketinde ve Kıpçak çölünde erbain (kırk gün devam eden karakış) ve zemherir (şiddetli soğuk) geçirdik, böyle keskin kış görmedik. Ama halkı son derece sağlam vücutludur. Yine böyle bir kış iken bağ ve bahçesi olmadığından bütün meyvesi iki konak (iki yer arası mesafe) yerden İspir, Tortum ve Erzincan’dan gelir. Al yanaklı şeftalisi, zerdalisi, kayısısı ve üzümünün okkası bir akçedir. Birer araba kavunu ve karpuzu on akçeyedir. Kısacası, yiyecekler yönünden benzersiz bir şehirdir. Lakin odunu yoktur. Bütün dağlar çıplaktır; ama Allah’ın hikmeti odunu da ucuzdur.