Ahmet Refik Altınay
Sabahleyin uyandığımızda, akşam yağan dolular tümüyle erimişti. Hava o kadar güzel, güneş o derece yakıcı ki arkamızdaki paltolar bile ağır gelmeye başladı. Fakat bu da geçici. Erzurum'da kaldığımız dört beş gün içinde, havanın bir gün olsun akşama dek soğuk ya da sıcak olduğu görülmedi. Sabahleyin güneş açıyor, akşam şiddetli bir yağmur başlıyor, gece ortalık bembeyaz görünüyor. Bu değişiklikler ortasında, hiç değişmeyen, el değmemişliğini ve beyazlığını sürekli olarak koruyan bir yer var: Palandöken Dağı... Erzurum, bu beyaz dağın eteğinde, büyük camileri, güzel minareleri, yüksek yapıları, karga yuvalarıyla dolu yüksek kavaklarıyla kocaman bir yıkıntı, akla durgunluk verecek bir yangın yeri...
Kentin bayındırlığı, yıkıntı artıkları ve duvarlarla, kalan yapılardan anlaşılıyor. İki katlı kâgir evleri yalnız Erzurum'a özgü bir mimari biçimde. Üst kat çoğunlukla şehnişin biçiminde çıkıntılı yapılmış, alt bölümleri güzel doğramalarla süslenmiş. Yapıların bir bölüğü çok sağlam kâgir, bir bölüğü ise adi kerpiç. Kimi evlerin kapıları açılmış, içerdekiler görünmemek için kafesler konulmuş. Erzurum kadınları, üstelik mini mini kızlar, örtünmeye son derece istek gösteriyorlar. Çoğunlukla caddelerde, mahalle aralarında, kırmızı çizgili, kimi vakit ipekli, ince hilali çarşaflar içinde alaca giysiler, yeşil ve kırmızı güllü şalvarlar giymiş hanımların misafirliğe gittikleri görülüyor. Erzurum halkı çok zeki ve güler yüzlü. Sözleri düzgün. Esnafı bile anlayış sahibi.
Onların, gönlünüzü almak için bir:
"Begim, gözün üstüne gele." deyişleri var ki bu yalın cümlelerdeki boyun eğen ve içtenlik dolu davranışlarına karşı, Anadolu'nun bu sınır boyu halkına yürekten bir saygı beslememek elde değil. Rus saldırısı altında silahsız yaşayan, Ermeni zulümlerine çocuklarını, erkeklerini, üstelik kadınlarını kurban veren, işte bu halk...
Erzurum, geniş ve yeşil ovaya bakan, çekici bir kent. Uzun kavakları karga yuvalarıyla dolu. Ara sıra bir kavakta on ikiyi aşkın yuva görülüyor. Bunlar sanki minare şerefelerini andırıyor. Kentte Ruslardan biraz tutsak kalmış. Bunlar Erzurum Kalesi'nin savunmasında görevli Rus subaylarıyla genç eşleri. Tutsaklık yaşamını hoş geçirmek için çeşitli eğlencelerden yararlanıyorlar. Parlak semaverleri, çayları, kitapları, gazeteleri, resimli dergileri, musiki notaları, hiçbir şeyleri eksik değil. Bu küçük topluluk, yıkık yangın yerinde uygar bir yaşamın pek az ve eksik olanaklarıyla zamanını geçirmeye çalışıyor. Geceleri toplanıyorlar; ellerinde keman, mandolin, balalayka güzel Rus havaları çalıyorlar. Çaykovski'nin seçkin parçaları Erzurum'un yaslar görmüş, yanık gönlünde birer ağıt etkisi yapıyor.