Evliya Çelebi
Seyahatname'den.. Hazırlayan: Hüseyin Nihal ATSIZ
Seyahatname'den..
Hazırlayan: Hüseyin Nihal ATSIZ
Rüyamda peygamberi görüp "şefaat" yerine yanlışlıkla "seyahat" dediğimin ertesi günü, sabahleyin Gedikpaşa semtindeki eski dostum olan Okçuoğlu Ahmet Çelebi'nin evine gittim. Gördüm ki büyük bir hazırlıkla Bursa şehrine gitmeye karar vermiş. Bana: "Kardeşim Evliya! Gel seninle yoldaş olup beş on gün için eski payitaht olan Bursa şehrini görüp gezelim. Belki mahzun gönlümüz şâd olur. Orada eski Osmanlı padişahlarının mezarlarını ziyaret edelim. Hele Emir Sultan Hazretleri'nin türbesine yüz sürüp gönlümüzü aydınlatalım." deyince içime bir ateş düştü. Hemen kabul ettim. Orada bulunanlar "Uğurlu olsun. Sağlıcakla dönmek kısmet olsun." diye dua edip Fatiha okudular. Ben de hemen, babamın ve annemin haberi olmadığı hâlde yirmi arkadaşla Eminönü'ne gelip bir Mudanya kayığına bindim.
Önce Galata Burnu'ndaki Kurşunlu Mahzen önünden Haliç'i geçtik. Fındıklı kasabası önünde durarak birkaç tane tam usta gemici ile yolcuları gemimize aldık. 1050 Muharremi'nin ilk Cuması (27 Nisan 1640) idi. Kuşluk vaktinde uygun gündür diye gemiciler bir yere gelerek seren çekip demir aldılar. Levendler "Hüdâ âsân ede." diye Fatiha okudular. Pupa yelken Saray Burnu akıntısını ve girdabını geçip yelkeni Bursa'ya doğru açtık.
İpek Diyarı ve Taht Şehri Bursa
Kalesini kimin yaptığı belli değildir. Kalenin temeli yalçın kaya üzerine kurulmuştur. Şekli kareden uzun-cadır. Uzuncası, doğudan batıya olan yönüdür. Kuzey yönü yüksek olduğu gibi altı da uçurumdur. Üç tarafında asla hendek yoktur. Pınarbaşı, Değirmenler Mahallesi, Leben Mahallesi tarafları derin hendektir. Zamanla hendekleri imar edilmemiştir.
Celâli Kara Yazıcı, Arap Said, Kalenderoğlu adlı eşkiyalar kuşatarak hendeklerini toprakla doldurmuşlardır. Ama kalenin dört çevre temelinde gözüken taşlardan her biri hamam kubbesi kadardır. Bu da gösteriyor ki kale, insanoğlu yapısı değildir.
Kale, sonraları İzmir Kralı Kadın "Fidka" (Kıdafa) nın eline girmiş, bazı burçları ve kuleleri tamir edilmiş olduğundan üzerinde Yunan dilince tarihleri vardır.
Kale, Keşiş Dağı'nın eteğinde olduğundan lodos ve doğu rüzgârlarından emindir. Şehrin evleri kuzey tarafına bakar. Bu evlerin pencerelerinden Filedar Ovası, bukalemun resmi gibi gözükür. Kalenin çevresi 10.000 adımdır. 6000 bedeni, 67 kulesi, 5 kapısı vardır. Güney tarafına açılanları; Pınarbaşı, Zindan Kapıları'dır. Batıya açılanlar; Kaplıca, Balıkpazarı Kapıları'dır.
Kale uzun müddet Rumlar elinde kalmıştı. Konya'daki Selçuklular yedi defa, yedişer sekizer ay kuşat-mışlarsa da kış geldiğinden bezginlik getirerek Konya'ya geri dönmüşlerdir.
Beyliği zamanında Osmancık dahi üç defa kuşatmış, üçünde de fethedemeden dönmüştür. Sonra kendisi nikris (damla) hastalığına tutulup oğlu Orhan Gazi'yi 80.000 askerle Bursa'ya göndermiştir. Onlar da kuşatarak Kaplıca tarafında, Pınarbaşı'nda birer büyük kule yapmaya başlayıp yedi ayda bitirebilmişler. Sonra tekrar kuşatmaya başlamışlar; Kaplıca tarafından Orhan Bey, Pınarbaşı tarafından kardeşinin oğlu Temür Bey, dağ tarafından Balabancık Bey kuşatarak kâfirleri son derecede sıkıştırmışlar, dışardan gelen imdatçıları kılıçtan geçirmişlerdir. O sırada kaleye sığınmış kâfirlerde kıtlık olmuş, nihayet bir yıl kuşatmadan sonra kale "vere" ile Orhan Gazi'ye teslim edilmiştir. Tarihi 726'dır (8 Aralık 1325 - 26 Kasım 1326). Orhan Gazi seğirterek babasına vardıkta onu ölüm hâlinde bulmuş, "Müjde, Bursa fetholundu!" der demez Osman Gazi ruhunu teslim etmiştir.
Orhan Gazi, Bursa'ya gelerek müstakil padişah olmuştur. Osman Gazi, İç Kale'de gömülmüştür. Ulu ziyaretgâhtır. Babası Ertuğrul Gazi'nin beğliğinde yetmiş tane şehir fethetmiştir. Önce Akça Koca'nın eliyle Kocaeli fethedilmiştir. İkinci olarak İznik civarında Yalakabad.
Osman Gazi, seyidlerden Şeyh Ede Balı'nın kızını almış, Orhan Gazi o kızdan doğmuştur. Orhan Gazi'nin ilk hutbesini Ede Balı'nın akrabasından Dursun Fakih okumuştur.
Bursa yeni fetholunduğundan Kayseri, Konya, Niğde, Aydın, Saruhan, Larende, Darende, Maraş taraflarından Müslümanlar gelip oturdular.
Orhan, denizler kadar askerle düşmanlarına şahin yuvasından süzülüp intikam aldı, ganimetle Bursa'yı mamur etti. Belh, Buhara, Horasan taraflarından nice erenler gelip yerleştiler. Bu anda dahi Bursa mamur olmaktadır.
…
Irgandı Köprüsü: Bursa'nın bir çarşısı da Gök Dere'deki Irgandı Köprüsü üzerindedir ki sağlı sollu 200 kadar dükkândır. Hücrelerinin pencereleri, altlarından geçen Gök Dere'ye bakar. Bu köprü dükkânlarının üzeri, bütün tonoz kemerlerle yapılmış olup kurşunla kaplıdır. Bu köprünün iki başında kale kapıları gibi demir kapılar üzerinde mazgal delikleri vardır. Kapılar kapanırsa başka bir yerden girmek mümkün değildir.
Köprünün bir tarafı boştur. Han gibi misafirhane olup at bağlanır. Anadolu'da, Arabistan'da ve Acemistan'da bir gözlü, meşhur, göğe yükselmiş büyük köprülerin biri de budur.
Irgandı Köprüsü'nün yapılmasının sebebi: Türkçede "ırgandı", "sallandı" manasınadır. 729 yılında Orhan Gazi, Bursa'yı fethetmiştir. O sırada Tanrı uğruna savaşan yiğitlerden biri, hamama giderken bu köprü yerinde "Çıkayım mı, geleyim mi?" gibi bir ses işitir. Gazi hemen kılıç çekip "Çık bakalım, ne yapabilirsin?" diyerek sesin geldiği yere bir kılıç vurunca vurduğu yerden gürleyip büyük bir hazine meydana çıkarak yer ırgalanıp sallanır, sarsılır. Gazi hayrette kalarak şaşırır, iki yanına bakarak ne görse iyi? Derenin içi Kıdafa sikkeli altınlarla dolu. Hemen koşarak Orhan Gazi'ye başından geçenleri anlatır. O da: "Ne hayır ettin? Allah sana kısmet etmiş. Git, Bursa'da hayrata sarf et." diye emreder. Savaşçı, bütün malı evine taşıyarak onda birini devlet hazinesine verdikten sonra kalanı ile büyük bir köprü yaptırır, işte Irgandı Köprüsü denmesinin sebebi budur.
Bursa'nın içinde ve dışında küçük büyük 40 kadar köprü vardır.
Çarşılarında, dükkânlar üzerinde üzüm asmaları olup salkım salkım üzüm avizeleriyle süslüdür. Baştan başa asmalarla bezenmiş pazarlardır.
Bazı meydancıklarda çınar ve salkım söğütlerle süslü sokakları vardır. Bu şehir öyle cennet bağı gibi bahçeli bir şehirdir ki "47.000 kadar bağ, bahçe, bostan, gülistanı vardır." diye yazılmıştır.
Aşağı şehrin her evinde birer ağaçlı bahçe bulunduğu gibi her birinde de mutlaka havuz ve şadırvan vardır.
Bursalılar
Nice bin samur kürklü, muhteşem, çok zengin tüccarları ve bilginleri vardır. Birtakımı da ileri gelenlerdir ki at sahibi, hanedandan hizmet ehilleridir. Birtakımı çarşı ve pazarda sanat sahipleridir. Güçleri yettiği kadar türlü türlü güzel elbiseler giyerler.
Burası Anadolu toprağı olduğundan lehçeleri Aral lehçesine yakındır. Mesela "Ahmed Çelebi" yerine "Ehmet Çebü", "Mehmed Çelebi" yerine "Memet Çebü", "İsmail" yerine "Ismıl", "Cafer" yerine "Cafar" derler. Daha nice bilinmedik sözleri vardır ama bazı şehir çocukları vardır ki söz ebesi, rind, arif, nükteci çelebilerdir. Bütün halkı, yabancı dostu, gezmeyi sever, hoş konuşan adamlardır. Çok defa kazançları ipektendir.
Bursa, dördüncü iklimdendir. Suyunun ve havasının güzelliğinden halkının yüzleri kırmızıdır. Fakat lodos rüzgârı tarafını Keşiş Dağı örtmekle o rüzgârlarda havası ağırdır. Güzel erkek ve kadınları gayet çoktur. Şairler bu yüzden "Şehrengizler" yazmışlardır. Kadınları güzellikte, tenasüpte ileridir. Sözleri de boyları gibi biçimlidir. Gür saç örgüleriyle şairlerin akıllarını çelerler. Başka diyar kadınlarında böyle bir şey yoktur.
Burada erkekler o kadar çok yaşar ki kuvveti gider, biçimi gider, konuşmadan kalır, yine de yaşar. Halkı, ince endamlı, gümüş bedenli, sevimli kimselerdir. Konuşsalar gayet güzel söz ettiklerinden insana tesir edip gönül ferahlığı verir. Çünkü her biri bir üstattan feyz almış kimselerdir.
İstanbul'a Dönüş
6 Safer 1050'de (28 Mayıs 1640) velinimetlerimizle vedalaştık. Nicesi de dostluk göstererek atlara binip arkadaşımız Okçuoğlu Ahmed Ağa ile birlikte benimle Nilüfer Köprüsü'ne geldi. Orada, gelenlere veda ederek dört saatte yine Mudanya kasabasına vardık. Orada hayvanlarımızı Bursa ileri gelenlerinin hademelerine teslim ederek bir hafif yüklü gemiye bindik. Günün uygun zamanında yola çıkıp denizin dalgalarına kapılarak sallana sallana çalkalanıp bir günde canımızdan bezmiş olduğumuz hâlde Bozburun İskelesi'ne geldik.
Eski zamanda, mamur ve ticaretgâh bir iskele imiş. Amansız bir girdabın olduğu yerde bulunduğundan gelen gemiciler girdap korkusuna düşerek beş on gün yahut bir iki ay yatarlar. İşte burada bekleye bek-leye bıkan tayfaların ve tüccarların bedduası eseri olarak burası harap olmuş ve olmakta bulunmuştur.
İskele başında bir han, birkaç misafirhane, küçük bir cami ile birkaç bakkal dükkânı, ekmekçi ve bozacı dükkânları var. Başka bir bina yoktur. Lakin dört çevresinin bağ ve bahçeleri çoktur.
İskele başındaki caminin kapısında ve duvarlarında misafirlerin şikâyet yazılarından bir harf yazacak boş yer kalmamıştır. Bir gemi bu girdaptan geçmeden kurtulamaz. Türlü türlü yazılar görmek isteyenler Bozburun'a gelip duvarları seyretsinler:
Yahut: "Ey belalı Bozburun! Feryat elinden, ah, dâd." gibi nice manzumeler vardır ki okuyanlar gülmeden hayran kalır. Ben dahi iki gün bu hâl ile bekledim. Nihayet zarif, kibar 15 kişi bir yere geldik. Silahlarımızı kemendimize bağlayarak karadan yola düştük. 3000 adım kadar gittikten sonra Armutlu nahiyesine vardık.
Armutlu kasabası nahiyedir. Naip oturur. Subaşısı Bursa tarafındandır. Kasaba düz bir ovada, bağlı bahçeli, çevresi armut bahçeleriyle süslü, mamur bir yerdir. Onun için Armutlu derler. 300 kadar mamur evi vardır ki hepsi kiremitle örtülüdür. Bir camisi, bir hamamı, bir hanı, on kadar dükkânı vardır. Suyu ve havası gayet güzeldir.
Bir gece orada misafir kalıp sabahleyin gemicilerin haber vermesiyle acele kıyıya gelip yine gemiye bindik. Tanrı'ya hamd olsun hafif batı rüzgârıyla Bozburun girdabında kurtulup yelken açarak Katırlı adlı dağın dibinden Bababurnu adlı yerde Baba Sultan ruhuna Fatiha okuduk. Denizde 50 mil kadar ilerledikten sonra hava gayet elverişli olarak sütliman hâline geldi. Herkes hayrette kaldı. Bir ara denizde serseri gezdik. Sonra rüzgârın uygun esmediğini görerek gemimizi rüzgâra uydurduk.
Nihayet 15 Safer 1050'de (6 Haziran 1640) İstanbul'a girdik.
Ben o gün evimize varıp babamın ve anamın ellerini öperek huzurlarında durunca babam: "Safa geldin Bursa seyyahı, safa geldin." dedi. Hâlbuki nereye gittiğimden kimsenin haberi yoktu. "Sultanım! Bursa'da olduğumu nereden bildiniz." dedim. Dedi ki: "Sen 1050 muharreminin aşurasında (2 Mayıs 1640) kaybolduğun gece ben nice dualar okudum. Gece rüyamda seni gördüm. Bursa'da Emir Sultan zaviyesinde ruhaniyetinden yardım dileyerek seyahat rica edip ağlıyordun. O gece bana nice hâl ehli canlar rica edip senin seyahate gitmekliğin için izin istediler. Ben de o gece hepsinin rızası ile sana izin verdim. Fatiha okuduk. Gel imdi oğul! Bundan sonra sana seyahat göründü. Tanrı mübarek eyleye. Ama sana öğüdüm var." diye elime yapışıp karşısında ayaküstü durdurdu. Sağ eliyle sol kulağımı burarak uzun bir öğüt verdi. Sonunda da enseme bir pehlivan sillesi vurup kulağımı burdu. "Yürü, sonun hayır olsun!" dedi.