Savaşta Ne Yaparsın?
Güney Amerikalı bir subayla bir er konuşuyorlar.
- Savaşta bir düşmana rastlarsan ne yaparsın?
- Vururum.
- Doğru, peki bir düşman bölüğüne rastlarsan ne yaparsın?
- Olmadı. Koşup karargaha haber verirsin. Peki savaş meydanında bir inek görürsen ne yaparsın?
- Olmadı.
- Koşup karargaha haber veririm.
- Yine olmadı. Boynuzlarından tutup karargaha sürüklersin. Şimdi beni görürsen ne yapacağını söyle.
- Olur mu canım. Ben senin komutanınım.
- Döner karargaha haber veririm.
- Yahu ben düşman bölüğü değilim ki.
- Hah tamam. Boynuzlarından tutup karargaha sürüklerim...
Havaalanı
Temel pilottur. Bir gün uçağı zar zor piste indirir ve söylenmeye başlar: "Üf be her seferinde böyle zorlanıyorum, ne diye bu pistlerin genişliği 5 km uzunluğu 20 m olur anlamıyorum.
Acıyor
Temel bir gün doktora gitmiş, demişki:
- Doktor bey parmağımı karnıma bastırıyorum acıyor, omzuma bastırıyorum acıyor, kalbime bastırıyorum acıyor, kafama bastırıyorum acıyor, gözüme bastırıyorum acıyor.
Doktor çok şaşırmış Temel'e yapılabilecek bütün tahliller yapılmış ama bir şey çıkmamış. En sonunda Temel'in parmağının kırık olduğu anlaşılmış.
Deneme
Büyük bir sanayici, eski okul arkadaşlarından birinden şöyle bir mektup almıştı: Sevgili dostum, beraber geçirdiğimiz tatlı günlerin hatırasına hürmeten, oğlum Ali'ye fabrikada bir iş vereceğini ve...
Sanayici mektuba hemen şu cevabı gönderdi. Sayın Ahmet Bey, beraber geçirdiğimiz günleri ben de unutamam. Fakat ne yazık ki fabrikamda şimdilik boş bir yer olmadığı için...
Eski arkadaşın ikinci mektubu: Geçen mektubumda bir teferruattan bahsetmeyi unutmuşum. Oğlum işe girerken kendisine miras kalan 500 milyar lirayı da sermaye olarak size vermek kararındadır.
İkinci cevap: Sevgili dostum. Oğlunuzu bağrımıza basmaya hazırız. Derhal bana gönder. Lisede ne yaman bir çocuktun, hatırlıyorsun değil mi?
Üçüncü ve son mektup: Düzeltme 1. Oğlumun hiç sermayesi yoktur. 2. Zaten benim oğlum yoktur. 3. Senin yine okuldaki gibi olup olmadığını öğrenmek istemiştim. Öğrendim. Teşekkürler!
Fazla
Bir fabrikada bir makine arızalanır. Makineyi tamir etmesi için bir mühendis çağırılır. Mühendis makineyi inceler ve sonunda gevşeyen bir vidayı sıkar. Makine tekrar çalışmaya başlamıştır. Mühendis bu emeğinin karşılığı 100 milyon ister. Fabrikatör hemen tepki gösterir.
- Ne yani bir vida sıkmak için bizden bu kadar para mı alacaksın, demesi üzerine mühendis;
- Paranın sadece 10 milyon lirasını vidayı sıkmak için istiyorum. 90 milyon lirası hangi vidayı sıkacağımı bilmemle ilgili bir ücrettir, der.
Müfettiş
Ali hat bekçisiydi. Herkes gibi onun da hayatta bir ideali vardı: Makasçı olmak. Sonunda sınava girdi. Müfettiş sordu:
- İki ekspres aksi yönlerden aynı hat üstünde birbirlerine yaklaşmaktalar. Bu durumda ne yaparsın?
- Bir tanesini başka hatta alırım.
- İmkansız. Raylar donmuş vaziyette. Makas çalışmıyor.
- O zaman kırmızı bir bayrak sallarım.
- Vakit gece. Kimse seni göremez.
- Kırmızı bir fener sallarım.
- Memlekette gaz kıtlığı var.
- O zaman elime geçen her türlü tahta ve odunu hattın üstüne yığar ve tutuştururum.
- Ya kibritin de yoksa?
- Zavallı hat bekçisinin alnından ter damlıyordu. Sonunda içini çekti. O zaman karımı çağırırım.
- Müfettiş şaşırdı. Karını mı çağırırsın? Bu işle ne ilgisi var karının?
- Az sonra çıkacak şamatayı o da görsün bari...
Atalarımız
Öğretmen derste, insanların Adem ve Havva'dan geldiklerini anlatıyordu. Bir öğrenci söz istedi:
- Öğretmenim, babam bizim maymundan geldiğimizi söylemişti.
- Olabilir. Ama sizin ailenizin nereden geldiği bizi ilgilendirmez.
Siyaset
Bağdatlı bir halife bir gün istikbalini öğrenmek için sarayına bir müneccim çağırtır ve istikbalini okumasını söyler. Müneccim de halifenin avucuna, yıldızlara, cam küresine ve kahve falına baktıktan sonra şöyle der:
- Efendimiz, size maalesef büyük bir felaketi haber vermek zorundayım. Altı oğlunuzu da birbiri ardına kaybedeceksiniz. Hepsinin ölümüne şahit olacaksınız.
Halife tabi öfkeden küplere biner ve meşum müneccimin derhal başının vurulmasını emreder. Sonra bir başka müneccim çağırtır. O da kendi usulünce istikbalini okuyup aynı sonuca varır. Fakat bir önceki meslektaşının akıbetini bildiği için kehanetini şöyle açıklar.
- Efendimiz, Allah'ın nimetleri üzerinizden eksik olmayacak. Siz altı oğlunuzdan çok yaşayacak, uzun ömürlü olacaksınız. Evlatlarınızın hiç biri sizi kaybetmenin acısını tadamayacak.
Pek keyiflenen halife, hemen bu hayırlı müneccime bin altın verilmesini emreder.
Yüklem
Öğretmen Türkçe dersinde sormuş;
- Söyle bakalım Arif, eşşek kelimesi nedir?
- Yüklem!
- Yüklem mi? nasıl? Tarif et bakalım?
- Ben eşşek, sen eşşek, o eşşek.
Sabır
Herkes sofra başındaydı. Birden küçük Temel'in sesi duyuldu: "Annecuğum, benim yumurtam bozuk!"
Annesi hemen tersledi: "Temel... Sofrada herkesin yanında böyle söylenmez!"
Aradan birkaç dakika geçti. Ve biraz sonra küçük Temel'in sesi tekrar işitildi: Annecuğum, gagasını da yiyeyim mi?
Teşhis
Doktor, ünlü bir ressam olan arkadaşını ziyarete gitti. Ünlü ressam, son olarak yaptığı hasta bir adam tablosunu doktor arkadaşına gösterip:
- Eee, söyle bakalım fikrin ne? Diye sordu:
Doktor tabloya tekrar bakıp cevap verdi:
- Merak edilecek bir şey yok. Sadece üşütmüş, o kadar...
Hazırla
Ankara'da bir fakültede okuyan Temel, işi dalgacılığa vurur. Dersin dışında her konuyla ilgilidir. Yıl sonu yaklaşırken kötüye giden dersleri düzeltemeyeceğini görür. Atılacağı kesin gibidir. Annesine telgraf çeker:
- Anneciğim atılacak gibiyim, babamı hazırlayasın.
Ertesi gün cevap gelir:
- Baban zaten hazırda... Sen kendini hazırla.
Ayşe
Bir gün Temel bankadan para çekerken hırsızlar içeriye girer ve herkesi rehin alırlar. Daha sonra rehinenin fazla olduğunu görünce birkaç kişiyi öldürmeye karar verirler ve herkese adını sorarlar.
Temel'in yanındaki bir kadına sorarlar:
- Adın ne?
- Ayşe
- "Benim annemin adı da Ayşe" deyip, bırakırlar.
Ve sıra Temel'e gelir.
Temel'e "adın ne?" diye sorarlar.
Temel korkarak cevap verir:
- Adım Temel, ama arkadaşlar bana Ayşe der.
Uyku Sersemi
Mehmet Bey memurdu. Bir gün masasının üzerinde uyuyakaldı. Çıkış saati gelmiş, bütün arkadaşları daireyi terketmişti. Neden sonra bir temizlikçi kadın onu görüp de uyandırdı.
- Mehmet Bey kalkın! Saat yedi buçuk.
- Ne? Demek bir buçuk saat fazla çalıştım!
Devekuşu
Temel ve Dursun avlanmaya çıkarlar. O tepe senin, bu tepe benim gezerlerken bir de bakarlar ki tam karşılarında bir devekuşu. Temel hemen tüfeğine el atar.
Bu sırada bizimkileri gören devekuşu her zamanki gibi kafasını kuma gömer.
Temel şaşkın şaşkın etrafına bakmaktadır.
Dursun'a seslenir:
- Ula Dursun, demun burda bir Devekuşu vardı, nereye citmiştur?
Öğrenim Dediğin İşte Böyle Olur
Ziraat fakültesini yeni bitirmişti. Bir gün babasına:
- Ne kadar modası geçmiş usullerle çalışıyorsunuz babacığım, dedi. Eğer bu şekilde çalışmaya devam ederseniz, mesela şu ağaçtan yılda on kilo elma dahi elde edemezsiniz.
Babası tastik etti:
- Elbette edemeyiz oğlum! Bu ağaç armut ağacı.
İki Katlı Otobüs
Ahmet bey bir gözlükçü dükkanına girmişti. Müşterisinin gözünün bir yumruk yemiş gibi simsiyah olduğunu gören gözlükçü; Hey ne oldu size? Diye sordu.
- 60 numaralı otobüsün ikinci katına çıkmaya kalkmıştım.
Gözlükçü şaşkınlığını gizleyemedi. İyi ama Erzurum'da İstanbul'daki gibi iki katlı otobüsler yoktur ki beyefendi.
Ahmet Bey derin bir içi geçirdi: bana sattığınız gözlüklerle var dostum.
Kulaklık
Temel bir gün berbere gider. Kulağındaki kulaklıkla berber koltuğuna oturur. Berber:
- Kulaklığınızı çıkarır mısın? Der.
Temel:
- Çıkarmam, der.
Berber Temel'i traş etmeye başlar. Ama kulaklıkla traş yapmak zordur. Temel'e bir kere daha:
- Kulaklığınızı çıkarabilir misiniz? Der.
Temel, sert bir yanıtla:
- Hayır! Der.
Berber içinden, "Ben sana yapacağımı bilirim" der. Temel'in kulaklığını habersizce çekiverir. Temel koltuğa yığılıp kalır ve ölür. Berber: "Nedir bu kulaklığın özelliği" der, kulaklığı kulağına takar. Kulaklıktan şu sesler gelir:
- Nefes al, nefes ver! Nefes al, nefes ver!...
Kim Haklı
Trafik kazasına sebebiyet verdiği için yargılanan şoför, hakime:
- Hakim bey, dedi. Benim bu kazadan hiç suçum yok. Ben 15 yıllık şoförüm.
Kazaya uğrayan yaya derhal atıldı:
- Ama hakim bey, ben de 45 yıllık yayayım.
Papağan
Dursun çok sevdiği Temel'e oldukça değerli, üç dil konuşabilen papağan göndermişti. Kısa süre sonra Temel'den bir teşekkür mektubu aldı. Temel mektupta özetle şöyle diyordu:
- Gönderdiğin kuşa teşekkürler, çok lezzetliymiş!
Anlayış Farkı
20. yy.'ın başlarında, makineleşmenin başladığı dönemlerde İtalyan bir ayakkabı firması iki temsilcisini araştırma yapmaları için Afrika'nın farklı bölgelerine gönderir. Bir ay sonra her ikisinden de iki farklı telgraf gelir.
Birincisi:
- Biz burada tutunamayız. Çünkü hiç kimse ayakkabı giymiyor, derken
İkincisi:
- Biz burada çok iyi iş yaparız, çünkü hiç kimsenin giyecek ayakkabısı yok, şeklinde telgraf çekerler.
İlan Servisi
Çok kıymetli bir köpek evden kaçmış. Sahibi oturduğu küçük kentte çıkan yerel gazeteye bir ilan gönderip, bulana 1000 dolar ödül vaadetmiş. Fakat gönderdiği ilan gazetede çıkmamış. Öfkelenen adam doğruca gazete yönetimine gitmiş.
"İlan servisi şefiyle görüşmek istiyorum." Demiş.
Orada danışmada duran bir delikanlı "dışarıda" diye cevap vermiş.
- Ya yardımcısı?
- O da yok
- O halde yazı işleri müdürüyle konuşayım.
- O da dışarıda
- Peki, ya gazetenin sahibi?
- O da burada değil.
- İnanılır gibi değil! Nerede bu adamlar?
- Köpeğinizi aramaya gittiler, efendim.
Çekirge
Birgün çiftlikte sabana koşulan öküz, sahibine şöyle dedi:
- Ben hastayım. Yarın çalışmayacağım. Ertesi sabah çiftçi de eşeğini sabana koştu. Akşam, öküz eşeğe sordu.
- Nasıl, kolay oldu mu?
- Eh!
- Patron bir şey demedi ya?
- Hayır.
Bunun üzerine o akşam da sahibine hasta olduğunu ve çalışamayacağını tekrarladı. Yine eşeği sabana koştular. Ve zavallı hayvan akşam perişan bir halde döndü.
- Nasıl geçti? Diye sordu öküz.
- Eh, şöyle böyle.
- Patron yine bir şey demedi ya?
- Yok, demedi, ama bir ara baktım kasapla konuşuyordu.
Babacığım
Faruk babasına sormuş?
- Babacığım uzayda kaç gezegen var?
- Bilmiyorum.
- İstanbul'u ilk kuşatan kimdir?
- Unutmuşum oğlum.
- Babacığım sorularımla seni sıkıyor muyum?
- Sıkılmak da ne demek oğlum! Sor, sor ki öğrenesin!
Seyahat
Temel ile Dursun iki katlı otobüsle seyahat ediyordu. Üst kattaki Temel bir ara cep telefonunu çıkardı ve alt kattaki Dursun'u aradı:
- Tursun, orada durum nasıl?
- Hüç... Bizim şoför uyumuş, otobüs öylece gidiyor.
- O da bir şey mi? bizim katta hiç şoför yok. Otobüs şoförsüz gidiyor.
Eski Hesaplar
Cebinde meteliği yoktu. Bir lokantanın önünde durdu, gözü vitrinde bir levhaya takıldı: "Giriniz ve istediğimizi yiyin. Hesabınızı torununuz ödesin."
Adam, tam bana göre, diye mırıldanarak içeri daldı. Havyar, ıstakoz, karides, kuzu pirzolası... Doyduğu halde ne varsa söyledi.
Yemeği bitirince, çıkmak üzere hazırlandı. Fakat garson yetişip, hesap pusulasını burnuna dayamasın mı? Hem de tuzlu bir hesap...
- Ama, diye derhal itiraz etti bizimki tabii. Kapıda hesabınızı torununuz ödesin diye yazmıyor mu?
Garson gayet nazik cevap verdi. Yazıyor tabi efendim. Ama bu size takdim ettiğim hesap, sizin büyükbabanızın.