Nasreddin medreseyi bitirmiş, gölge kadısı olarak göreve başlamıştı. Bir gün, bir adam yanında bir oduncu ile kadıya başvurdu. Davası vardı, şikâyetini anlattı.
- Efendim, bu adam birisine otuz çeki odun yarıyordu. O, baltayı vurdukça ben de karşısına geçtim, "hık hık" diyerek ona sevk ve kuvvet verdim. Odun bitti, o paraları aldı, fakat benim hakkımı vermedi, hakkımı isterim.
Kadı, işin içinden çıkamayacağını anlamıştı, davacıya:
- Karşıki odada gölge kadısı var, bu dava onun işi, git derdini ona anlat dedi. Davacı, Nasreddin'e geldi. Derdini bir daha anlattı. Nasreddin:
- Evet, hakkın var... Sen karşıda dur, bu kadar "hık" çek, sonunda bütün parayı o alsın, olur mu bu?..
Zavallı oduncunun benzi atmıştı:
- Aman kadı hazretleri, odunu ben yardım, o karşımda durdu, seyretti. Ne hakkı var?
- Sus!. Bu senin aklının ereceği iş değil... Çabuk bana akçe tahtasını getirin.
Tahtayı getirirler.... Nasreddin, oduncudan paraları alır, şakrrdata şakrrdata tahtaya döker.
Sonra oduncuya:
- Topla paraları, der. Hık deyiciye de:
- Haydi, sen de paraların sesini al, diyerek davayı adaletli bir şekilde halleder.
Bu fıkrada fırsat düşkünü kişilerle alay edilirken hepimizin seveceği bir atasözüne götürülürüz. Emek vermeden para kazanan, çıkar sağlayan kişiler için halkın söylediği “Odun kıranın hınk deyicisi.” sözü bu fıkrada anlatılan olayla açıklanmıştır. Çalışmadan, odun kıranı izleyerek havadan para kazanmak isteyen kişiye verilen cevap ise bize bu fıkradan almamız gereken derstir.