Gölpınarlı 1961: 66-67.
Hoca'ya, bir kış mevsiminde, "Hoca derler, seninle bir bahse girişelim. Sen kazanırsan, etlili, sütlülü, tatlılı bir ziyâfet sana. Kaybedersen, artık sen bize bir ziyâfet çekersin."
Hoca râzı olur, "Ne üstüne tutuşacağız bahse?" der.
"Bir gece derler, sabaha kadar şehir meydanında ayakta duracaksın, nasıl, yapabilir misin?"
Hoca râzı olur. O gece sabaha dek şehir meydanında durur, iliği, kemiği donar. Sabahleyin bahse giriştiği dostlariyle buluşur. Anlatırken, "Dondum, bittim, der. Her taraf zifirî karanlık, ayaz, yalnız ilerde bir tek ışık vardı."
Hoca, bu sözü söyler söylemez, "Yok derler, bahsi kaybettin; sen o ışıkla ısınmışsındır."
Hoca, "Yahu, tâ karşıdaki ışıkla adam ısınır mı?" derse de dinletemez, ziyâfet de ziyâfet diye tuttururlar. Hoca, "Peki der, bu akşam gelin."
Akşam, hepsi Hoca'nın evine gelirler, konuşulur, görüşülür, vakit yatsıya yaklaşır, fakat ortaya ne yemek sinisi çıkar, ne de bir dilim ekmek. Nihayet dayanamazlar.
"Yahu derler, hani yemek?"
Hoca, "Dur bakayım, kaynadı mı?" deyip çıkar. Çıkar amma bir saat olur o da görünmez. "Bize galiba bir oyun oynadı, ne yapıyor bakalım." diye kalkarlar, evi ararlar, yok. Bahçeye çıkarlar, bir de ne görsünlür, Hoca, bir ağaca koca bir kazan asmış, altına da bir mum yakmış, başına geçmiş oturmuş.
"Hoca, bu ne?" derler.
"Su kaynasında der, içine pirinç atıp çorba yapacağım size." "Yahu derler, hiç bu kör kandille su mu kaynar?"
"Neden kaynamasın der Hoca, tâ uzaktaki bir ışıkla adam ısınır da bir mumla kazan kaynamaz mı?".