Hoca'ya, bir kış mevsiminde arkadaşları:
– Hoca, seninle bir bahse girelim. Sen kazanırsan, biz sana etlili, sütlülü, tatlılı bir ziyafet çekeriz, kaybedersen sen bize ziyafet çekersin, dediler.
Hoca:
– Ne üstüne tutuşacağız?
– Bir gece sabaha kadar şehir meydanında ayakta duracaksın, yapabilir misin, derler.
Hoca razı olur, o gece sabaha kadar şehir meydanında bekler. Soğuktan iliği, kemiği donar. Sabah olunca bahse girdiği dostlarıyla buluşur.
– Öldüm, bittim. Ayazda dondum, her taraf zifiri karanlıktı, yalnız ilerde bir tek ışık vardı.
Hoca bu sözü söyler söylemez arkadaşları:
– Bahsi kaybettin, sen o ışıkla ısınmışsındır, derler.
Hoca olmaz öyle şey derse de dinletemez. Ziyafet diye tuttururlar.
Hoca da:
– Peki, bu akşam gelin, der.
Akşam hepsi Hoca'nın evine gelir. Konuşurlar, gülüşürler, vakit yatsıya gelir. Fakat ortaya bir türlü yemek gelmez. Nihayet dayanamazlar.
– Yahu, yemek hani, derler.
– Kaynadı mı, bakalım der, çıkar gider, bir saat olur görünmez. Arkadaşları Hoca'yı merak edip ararlar, evde bulamazlar.
Bahçeye çıktıklarında bir de ne görsünler? Hoca ağaca astığı koca bir kazanın altında bir mum yakmış bekliyor.
– Hoca, bu ne?
– Su kaynasın, içine pirinç atıp çorba yapacağım.
– Yahu, hiç bu kör kandille su mu kaynar?
– Neden kaynamasın, ta uzaktaki bir ışıkla adam ısınır da bir mumla kazan kaynamaz mı, der.