Bir gün Hoca, yokuşlarda ter dökerek, inişlerde tırnak sökerek dağ bayır aşarken bir dönemeç başında nefesi kesilir:
"Ömrümü yakama dikmediler ya. Demek vadem bu kadarmış." der. Bir torba kemik gibi yığılır yere...
"Allah, eşin dostun eksikliğini vermesin, elbet gelir cenazemi kıldırırlar." diye bekler durur ama Hoca'nın sayıkladığını kim, nereden bilecek? Ne gelen olur ne de giden, ne arayan olur ne soran.
"Şu yalancı dünyada vefa mı kaldı! Bari kendi ayaklarımla gidip haber vereyim." der. Öle dirile gider. Yana yakıla vefat ettiğini söyler ve yine dönüp gelir öldüğü yere. Karısı ardından bir ölü ağıdı tutturunca konu komşu başına toplanır:
"Vah anam! Bu nasıl söz! Bu kara haberi kim yetiştirdi?" derler. Hatuncuk, iki gözü iki çeşme:
"Ah komşular, der. Garibin kimi var ki kimi göndersin! Kendiceğizi gelip haber verdi. Sonra yine çekilip merhum olduğu yere gitti."