En genel ve gündelik anlamı içinde, yüksek ahlaki amaçlara bağlanma, zihnin tasarım, ide ve ideallerini maddi, tecrübi gerçekliğin tam karşısına geçirme ve onlara, insanın değerler cetvelinde başat bir rol ve konum yükleme tavrı; ideallerin, maddi ve deneyimsel gerçekliğin sınırlama, eksik ve kusurlarından bağımsız olduktan başka, yetkin ve mutlak olanı hedefleyen yönelimler olmalarından dolayı, yetkin olanın önceliğini ve üstünlüğünü vurgulama yaklaşımı.
İdealizm, daha özel ve teknik bir anlam içinde, insanın gerçekliğe ya da deneyime ilişkin yorumunda ideal ya da tinsel olana öncelik veren, dünya ya da gerçekliğin özü itibariyle tin olarak varolduğunu, soyutlama ve yasaların duyumsal şeylerden daha temel ve gerçek olduğunu, gerçekliğin zihinden bağımsız olmadığını savunan öğretiye karşılık gelir. Kuşkuculuğun, pozitivizm ve ateizmin tam karşısında yer alan bir öğreti olarak idealizm, gerçekten varolanın zihin ve zihindeki ideler olup, gerçekliğin bilen insan zihninden bağımsız olmadığını öne süren epistemolojik idealizm ve gerçekliğin tin ya ide cinsinden olduğunu öne süren metafiziksel idealizm olarak ikiye ayrılır.
Bunlardan, varlığın zihinden bağımsız olmadığını, bireysel varlıkların ya da fiziki nesnelerin, onları algılayan ya da onların bilincinde olan bir zihinden ayrı ve bağımsız bir varoluşa sahip olmadığını savunan ve dolayısıyla, realizmin tam karşısında yer alan bir akım olarak epistemolojik idealizm, ilk kez onsekizinci yüzyılda, ünlü İngiliz empirist düşünürü George Berkeley tarafından ifade edilmiştir.
Fiziki nesnelerin varoluşlarını onların algılanmış olmalarına eşitleyen ya da nesnelerin yalnızca ideler olarak varolduğunu öne süren George Berkeley bu tezinde, fiziki nesnelerin, onların kendilerine izafe ettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimizden ayrı ve bağımsız olarak varolduğunu söyleyemeyeceğimiz, tecrübe edemediğimiz ya da algılayamadığımız fiziki nesneleri bilemeyeceğimiz öncül ya da kanıtlarını kullanmıştır. İçkin epistemolojik idealizm olarak da tanımlanan görüşünde, zihinden bağımsız nesnelerin onları algılayacak hiç kimse bulunmadığı zaman da, varolur görünmeleriyle ilgili güçlüğü ise, İngiliz filozofu Berkeley onların Tanrı tarafından algılandığını, Tanrı'nın zihninde varolduğunu söyleyerek aşmaya çalışmıştır.
Dış gerçekliği bir anlamda öznenin zihnine tabi kıldığı için, aynı zamanda öznel idealizm olarak da geçen epistemolojik idealizmin önemli bir diğer savunucusu da ünlü Alman filozofu Immanuel Kant olmuştur. Kant'ın idealizmi de, bilgi kuramına dayanır. Buna göre, zamansal ya da mekansal olan herşeyin yalnızca görünüş olduğunu savunan Kant, şeylere ilişkin a priori bilgimizi, bilgimizi, ancak ve ancak zihnimizin onlara uyacakları bir yapı kazandırması suretiyle açıklayabileceğimizi belirtmiştir. Zihnimiz, kendi içinde bir yapısı olan gerçekliğin kendisine değil de, yapıdan yoksun olan görünüşlere düzen ve yapı kazandırabilir. Kant'a göre, bu görünüşler, yalnızca aktüel ya da mümkün deneyimin nesneleri olarak varolabilir; aksi takdirde bize hiçbir şekilde görünemeyecekleri, tecrübenin nesnesi olamayacakları için, onların zihnin koşullarına uymaları gerekir.
Kant'ın görünüş ya da fenomenlerin, insan zihninden bağımsız olmadığını, bir anlamda insan zihni tarafından yaratıldığını öne süren bu idealizmi, ona göre, bilime hiçbir şekilde zarar vermez. Tam tersine, bilimi kuşkuculuktan kurtarabilmenin tek yolu budur. Bilim bize, elbette hakikati verir, fakat bu yalnızca görünüş ya da fenomenlerle ilgili hakikattir. Bilimin işlevinin gerçeklikle ilgili tüm hakikati vermek olduğunu söylersek eğer, kesinlikle yanılgıya düşeriz, aklımız antinomiler içinde sürüklenir. Görünüşlerin gerisindeki gerçeklikle ya da kendinde şeylerle ilgili hakikatlerin bilimi olarak metafiziğin imkansız olduğunu söyleyen ve bu açıdan kendisini deneyci bir realist, fakat transendental bir idealist olarak tanımlayan Kant bununla,yaklaşık olarak, bazı yirminci yüzyıl düşünürlerinin, fiziki nesnelerle ilgili önermelerin doğru olmakla birlikte, duyu-verilerimiz aracılığıyla analiz edilmek durumunda olduklarını söyledikleri zaman anlatmak istedikleri şeyi kastetmiştir.
Berkeley ve Kant'ın 18. Yüzyıldaki öznel idealizmlerini, 19. Yüzyılın ilk yarısında, Kant'tan etkilenen Johann Fichte, Friedrich Schelling ve Georg Wilhelm Hegel'in metafiziksel idealizm'leri izlemiştir. Kant'ın felsefesinde, reddedilecek ilk şeyin bilinemez olduğu söylenen çelişik kendinde şey kavramından meydana geldiğini öne süren söz konusu Alman idealistleri, kendinde şey kavramından vazgeçince, dogmatik ve nesnel bir idealizmiçine düşmüşlerdir. Fichte, Schelling ve Hegel'in işte bu çerçeve içinde gelişen mutlak idealizmleri, gerçekliğin son çözümlemede ve en yüksek ölçüde tinsel olduğunun bilinebileceğini, fakat tinin kendisini yalnızca nesnel, maddi bir öğeyle ilişki içinde gerçekleştirebileceğini, ve maddenin salt bundan dolayı varolduğunu öne sürer. Nesne özneyi, metafiziksel bakımdan önce olan özne de nesneyi gerektirir. Bu görüşte gerçekliğin, sonlu zihinlerden ayrı bir zihne bağlı olmak yerine, herşeyi kucaklayan tecrübesiyle Mutlak'a bağlı olduğu düşünülür. Evren bundan dolayı, birlikli ve rasyonel bir bütündür.
Önce Fichte, Schelling ve Hegel, daha sonra da Bradley, Mc Taggart ve Joyce gibi düşünürler tarafından savunulan ve maddeciliğin tam karşısında yer alan metafiziksel idealizm, sırasıyla, somut tümel adı altında, bireysellikle tümelliğin birleşimini, şimdi olanla ezeli-ebedi olanınkarşıtlığını, doğruluk kuramı bakımından tutarlılığı, diyalektik yöntemi, zihnin bilgi ve varlık alanındaki merkeziliğini vurgular.
Öte yandan, ahlaki realizmin karşısında olan ve, ahlaki ilkelerin varoluşunu, ya da eylem kurallarıyla, bir değerler cetvelinin varlığını kabul eden, tümel ya da evrensel olanın tikel ya da somut durum, tinsel ya da zihinsel olanın da salt duyumsal ya da maddi olan karşısında değer bakımından bir önceliği olduğunu önü süren bakış açısına ahlaki idealizm adı verilir. Ahlaki idealizm psikolojik ya da doğal zorunluluk karşısında ahlaki özgürlüğün önemine değinir, opportünist ya da gerçekçi olana değil de, doktriner olana, pratik olana değil de, ütopik olana, bencilliğe değil de, özgeciliğe değer verir.
Estetikte, güzel sanatların nihai ve en yüksek amacının, İdeaların, ezeli-ebedi özlerin yetkinliğini cisimleştirmek, hayata geçirmek ya da yansıtmak olduğunu savunan görüş. Kaba olgunun aynen yansıtılması ya da ifade edilmesine karşı çıkan estetik idealizm, duygunun ve idealizasyonun; , duygunun ve idealizasyonun; soyut duyguyu, ilkel sezgiyi, yapı ya da salt rengi ön plana çıkaran sanat anlayışından farklı olarak da, sanatta bilişsel içeriğin önemini vurgular.