Özellikle, deneysel bilimin onaltıncı yüzyıldan itibaren kazandığı önem ve kaydettiği başarıların bir sonucu olarak, F. Bacon, T. Hobbes, J. Locke, G. Berkeley ve D. Hume gibi İngiliz düşünürleri tarafından savunulan, tüm bilgilerin deneyime, duyu algısına dayandığı görüşü.
Akılcılığa, doğuştancılığa ve apriorizme karşıt bir görüş olan empirizm, hem bir teori ve hem de bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Bir teori olarak empirizm, bilginin kaynağının deneyim olduğunu öne sürerken, yöntem olarak empirizm, bilgiye ulaşmak istiyorsak eğer, deneyimi kullanmanın, deneysel araştırmanın önemini vurgular, deneyim yoluyla veri toplayarak, verileri değerlendirmenin, gözlemden başlayan tümevarımsal akılyürütmenin gerekliliğine işaret eder.
Buna göre, bir teori olarak empirizm, bilginin kaynağı probleminde, bilginin olanaklı tek kaynağının deneyim olduğunu, deneyimden bağımsız bir bilginin söz konusu olamayacağını savunan akıma karşılık gelir. Bu çerçeve içinde, insan zihninin, doğuşta üzerine kendi işaretlerini yazdığı boş bir levha olduğunu, zihin üzerine yapılan işaretlerin başlangıçta birer izlenimden başka hiçbir şey olmadığını, bu izlenimlerden daha sonra bellekte birtakım tasarımların türetildiğini ve türetilen bu tasarımların çeşitli şekillerde birleştirilmeleri ve işlenmelerinin kompleks düşüncelere götürdüğünü, kısacası zihinde daha önce duyularda bulunmamış olan hiçbir şey bulunmadığını savunan görüş olarak empirizm, bilginin ya da en azından varolanlara ilişkin bilginin veya salt kavramlar arasındaki mantıksal ilişkilerle ilgili bilgi dışında kalan bilgilerin a priori olamayacağını, tümel ve zorunlu doğruların, yalnız geçmiş ve şimdi için değil, fakat gelecek için de geçerli olan tümel bir bilginin söz konusu olmadığını, bilginin doğuştan getirilmediğini, doğruluğun ölçütünün apaçıklık olamayacağını ve tüm bilgiler için zorunlu olan birtakım önkabuller bulunmadığını kabul eder.
Empirizm, yine idelerin, kavramların ya da tümellerin kaynağı konusunda, onların temelde ve öncelikle deneyimden türetildiğini savunan görüşü dile getirir. Bir kavramın geçerli bir kavram olarak görülmek durumundaysa eğer, deneysel kökenini açığa vurmak durumunda olduğunu öne süren empirizm, tümellerin ya da kavramların anlamlarıyla ilgili olarak, onların anlamlarının deney içeriğine yapılan gönderimlerden oluştuğunu öne sürer.
Empirizm, bilginin sınırları konusunda, insana algıda başka hiçbir şeyin değil de, yalnızca izlenimlerinin ve kendi duyu deneylerinin verildiğini, insanın bilgide kendi içkin küresini aşarak, nesnelerin bizzat kendilerine ulaşamayacağını, ikincil niteliklerin ötesine geçerek, nesnelerin birincil niteliklerine erişemeyeceğini savunur. Empirizm, bu çerçeve içinde, insanın kendi zihin küresinin dışındakileri bilebilse de, bu bilginin daima kesinlikten yoksun olacağını iddia eder. Empirizm, nihayet yöntem bakımından, analiz ya da salt düşünmeyi bir kenara bırakarak, doğrudan gözlem ya da dolaysız deneyime dayanır; diskürsif, tümdengelimsel, spekülatif, transendental ya da diyalektik işlem ya da yöntemlerin yerine, deneyim yöntemini ya da sistemli tümevarımı kullanan yaklaşımı benimser.
Empirizm söz konusu bilgi ve yöntem anlayışı dışında, bir anlam teorisiyle belli bir varlık ve bilim görüşünü içerir. Empirizmin anlam teorisine göre, sözcükler, örneğin töz sözcüğü, bu sözcüklerin kullanıcıları tarafından tecrübe ettikleri ya da algıladıkları şeylere (örneğin, tahta parçalarına) bağlandığı zaman anlaşılabilir. Öte yandan empirizme göre, dünya aralarında yalnızca rastlantısal bağ bulunan zorunlulukların değil, düzenliliklerin bir arada tuttuğu, fakat aşkın bir nedenle ilişkileri bulunmayan nesnelerden ve durumlardan meydana gelen bir bütündür. Yine empirizme göre, bilim, salt olgular arasındaki bağıntıları inceleyip, gözlemlenmiş düzenliliklere dayanarak öndeyide bulunur.
Empirizm, bu genel felsefi ya da epistemolojik anlamına ek olarak, özel bilimlerde biraz daha farklı bir anlam taşır. Örneğin, sosyolojide empirizm, test edilmemiş teorik spekülasyondan sakınan, teori yerine niceliksel ve deneysel verilere önem veren yaklaşımı ifade eder. Bununla birlikte, bu anlayış, bir yandan teorinin önemini küçümsediği, öte yandan sağlam ve güvenilir veriler toplamanın içerdiği teknik ve kuramsal güçlükleri göz ardı ettiği için eleştirilmiştir.
Öte yandan, empirizmin ahlak alanındaki yansımasının önce ahlak duyusu öğretisi, sonra da yararcılık olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, empirik bilgi görüşlerine uyan bir ahlak öğretisi geliştirme çabası içine giren empiristler, ahlaki idelerin içsel deneyimden türetildiğini öne sürmüşlerdir. Örneğin, Hume'a göre, bir eylemin yanlışlığını gözlemlemek yerine, hissederiz. Bu bakış açısı, onsekizinci yüzyıl empirizminde, insan varlığının tek ödevinin kendisi ve eyleminden etkilenecek herkes için olabildiğince çok mutluluk üretmek olduğunu savunan yararcılıkla birleştirilmiştir. Çünkü ahlaki ilkelerin, akılcıların savundukları gibi, apaçık olmadıklarına inandıkları için, ahlakın mutluluk üretme gücüyle haklı kılındığını öne sürmek, empiristler için doğal bir durumdur.