Platon
Kaynak: Platon, Sokrates’in Savunması (çev. A. Cevizci), Sentez Yayınları, Bursa, 2009.
“Kentin tanrılarına inanmayıp yeni tanrılar icat etmek ve gençleri baştan çıkarmak” suçlamasıyla mahkemeye verilen Sokrates, kendisini savunmaktadır. Tanrı’nın mesajı üzerinde bir süre düşünüp epeyce bocaladıktan sonra, en nihayetinde biraz gönülsüzce de olsa, mesajın doğruluğunu şu şekilde sınamaya karar verdim. Bilgeliğiyle büyük ün kazanmış birine gidecektim, kâhini çürütmeye, ilahi otoritenin hatasını göstermeye, başka herhangi bir yerde değil de, ancak böyle birinin yanında muvaffak olabileceğimi hissediyordum: “Benim insanların en bilgesi olduğumu söylüyordun, al sana işte benden daha bilge biri!” Evet, bu kişiye gittim ve onu iyice inceledim. İsmi lazım değil, fakat bu deneyimi yaşadığım sırada sorguladığım politikacılardan biri. Onunla konuşurken bende, pek çok insanın gözünde ama özellikle de kendi kanaatine göre bilge biri gibi görünse bile, gerçekte bilge olmadığı izlenimi oluştu. Sonra ona kendisinin bilge olduğunu sanmakla birlikte, gerçekte olmadığını göstermeye kalkıştığım zaman, hem onun hem de orada bulunan başka insanların hıncını ve düşmanlığını kazandım. Ama siyasetçinin yanından ayrılırken kendi kendime şöyle düşünmeden de edemedim: “Ben bu adamdan kesinlikle daha bilge biriyim. İkimizin de öyle övüneceğimiz bir bilgisi yok fakat o gerçekte bilmediği şeyleri bildiğini sanıyor oysa ben cehaletimin fazlasıyla farkındayım. Her durumda, öyle görünüyor ki ben, bilmediğini bildiğini sanmama noktasında, ondan az buçuk da olsa daha bilgeyim.” Bundan sonra bilgelik açısından daha büyük bir şöhrete sahip olan başka bir adamla konuşmaya gittim ve bir kez daha aynı izlenime kapıldım. Burada da hem adamın hem de daha pek çok kişinin hınç ve düşmanlığını çektim üstüme. Bu andan itibaren neredeyse herkesi birbiri ardı sıra sorguladım. Tam bir umutsuzluk ve dehşet hali içinde, kendimi her geçen gün biraz daha sevimsiz biri durumuna soktuğumu gördüm ama yapacak bir şey yoktu: Dinî ödevimi her şeyin üstünde tutmak zorundaydım. Tanrı’nın mesajının manasını açığa çıkarmaya çalıştığıma göre, bilgisiyle nam salmış kim varsa gidip bulmam gerekiyordu. Aziz Atinalılar size hakikati söylemek boynumun borcu; izlenimim şuydu: Soruşturmalarımı Tanrı’nın emrine uygun olarak sürdürdükçe gördüm ki bilgelikleriyle nam salmış bu insanların neredeyse hiçbir hikmetleri yok. Onlardan aşağı sayılanlar ise, pratik zekâ bakımından onlardan çok daha iyi durumda.
Seyahatlerimi ve onca koşuşturmamı kâhinin sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak amacıyla kutsal mekânlara yapılmış bir yolculuk olarak düşünmenizi istiyorum sizden. Siyasetçilerle devlet adamlarından sonra, bu kez yanlarında göreli cehaletimin en sonunda açığa çıkacağı inancıyla ozanlara, tragedya yazarlarına, hicivcilere ve lirik şairlere gittim. Ozanların en mükemmel yapıtları olduğunu düşündüğüm eserlerini seçiyor ve onları yazmış oldukları şeylerin anlamıyla ilgili olarak bir yandan da bir şeyler öğrenmek umuduyla, sıkı sıkıya sorguluyordum. Aziz Atinalılar, doğruyu söyleme noktasında tereddütlerim var ama bunun söylenmesi gerekiyor. Ozanların çevresinde bulunan kimselerin bu şiirleri yazarlarından daha iyi açıklayabildiklerini söylemek, bir abartı olmaz. Bu yüzden, ozanlarla ilgili kararımı çok kısa bir süre içinde verdim: Onlara şiirlerini yazdıran şey, bilgelikleri değil, yüce mesajlarını onların ne anlama geldiğini hiç bilmeden aktaran bilici ve peygamberlerde rastladığımız türden bir içgüdü ve ilahî esindi. Şairlerin de aynen böyle oldukları, benim için çok aşikârdı. Üstelik ozanlar da, koyu bir cehalet içinde oldukları başka pek çok konuda kusursuz bir kavrayışa sahip olduklarını sanıyorlar. Dolayısıyla, ozanların yanlarından ayrılırken de, politikacılardan ne kadar üstünsem, onlardan da o kadar üstün olduğumu gördüm. En sonunda usta zanaatkârlara gittim. Ben kendimin pratikte teknik hiçbir bilgi ve ustalığa sahip olmadığımı çok iyi biliyordum; kendimin bilmediğinden ne kadar eminsem, bu zanaatkârların etkileyici bir bilgiye sahip olduklarından o kadar emindim. Bunda yanılmamışım: Benim bilmediğim pek çok şeyi biliyorlardı, benden bu yönden daha bilge idiler. Yalnız Atinalılar, bu profesyonel uzmanlar da, ozanlarda görmüş olduğum aynı kusurdan muzdarip gibi görünüyorlardı. Onların, teknik ustalıklarına dayanarak ne kadar önemli olursa olsun, başka her konuda bilgiçlik taslamalarını anlatmak istiyorum; bu hatanın, zanaatkârların pozitif bilgilerini bastırdığını hissettim. Bu yüzden kendimi tanrı elçisinin sözcüsü yaparak kendime “Onların bilgelikleri de budalalıkları da kendilerine kalsın, olduğun gibi kalmak, senin için daha iyi değil mi?” diye sordum. Sonra yine kendim aracılığıyla, tanrı elçisine “Olduğum gibi kalmak benim için daha iyidir” cevabını verdim.