Ömer Seyfettin
Kalamış, 25 Eylül 1918 Akşam, S. 8, 27 Eylül 1334/27 Eylül 1918, s. 3. Bütün Eserler, Makaleler 2, Tercümeler’den, s. 60-63.
Kalamış, 25 Eylül 1918
Akşam, S. 8, 27 Eylül 1334/27 Eylül 1918, s. 3.
Bütün Eserler, Makaleler 2, Tercümeler’den, s. 60-63.
Edebiyatı yüksek milletlerde tenkidin mevkii pek mühimdir. Tenkit edebî cereyanlara sahih istikametler verdiği gibi muhtelif sebeplerin muhtelif tesirleriyle sanat sahasında baş gösterecek bozuklukları, hastalıkları da tedavi eder, gizli, sakin, gürültüsüz kıymetleri meydana çıkarır. Şarlatanları susturur, manevî muhtekirleri iflas ettirir.
“Tenkit” olmadı mı sanatın inzibatı gevşer, zevki bozan marazi inhiraflar, irticalar ortalığı kaplar. Edebiyat sahası o vakit, tıpkı zabıtası dağa kaçmış bir şehre benzer. “İçtimai nizam” kırılınca anarşi nasıl başlarsa sanatın inzibatını muhafaza eden “tenkit” de mevkiinden düştü mü “edebî anarşi” olanca savletiyle zevklere musallat olur. Marazi iddialar o kadar kuvvetlenir ki... âdeta bir hakikat gibi cemiyete kendilerini ibrama kalkarlar. Bütün bu manevi Bolşevikliği terbiye edip normal muhiti husule getirebilecek yegâne “el” ilmî tenkidin bitaraf elidir. Memleketimizde tenkidin tarihi pek kısa, hem de hiç iftihara şayan değildir. Bizde her tenkit karşılıklı bir mücadeleye kalb olmuş, nihayet çirkin sövüşmelerle nihayet bulmuştur. Bunun sebebi ise pek aşikârdır. Bizden evvelki nesil tenkidin ne olduğunu, kimin tarafından, nasıl yapılacağını bilmiyordu. İlmî endişeler, ilmî umdeler zihinlerde esaslı amiller değildi. “Tenkit” diye yapılan şeyler de -hatta gayr-i ilmî- bir “fikir” bile değil, dümdüz bir “his” hükmünü icra ediyordu. Kemal Bey’in, Muallim Naci’nin, daha sonrakilerin yazdıkları buna şahittir.
Biz, bu his girivesine düşmemek için, edebî vazifemizi yaparken, takip edeceğimiz müspet istikametin kısa bir programını çizeceğiz. İşte bu program şu sualciklerin cevapları içindedir:
1- Tenkit nedir?
2- Nasıl yapılır?
3- Kimin tarafından yapılır?
* * *
1- Tenkit, hiçbir vakit bir “hükm-i karakuşi” değildir.
- Enfes efendim, enfes...
- Berbat bir şey!
- Okunmaz!
- Saçma.
- Zırva...
gibi, iyi kötü, ispatsız iknasız, verilen her hükmün kıymeti birdir: Sıfır! İndi hükümlerin tesiri nihayet bir his meselesi olabilir. Bir müellif yıllarca çalışarak bir piyes yapsın! Onu sahneye koydursun, sonra kalksın biri hiç tahlil etmek eziyetine girmeden, ilim, sanat gözüyle bakmadan, hiçbir “mebadî” terazisinden olsun geçirmeden “fena” diye mahkûm etsin. İşte bu olamaz. Bu tenkit değil, “suikast”tır.
- Öyle ise tenkit nedir?
- Tenkit, amelî, şey’î etraflı bir tahlilin zarurî, gayr-i ihtiyarî bir neticesidir.
Elimizde “ilim” aleti dururken “zevk” gibi mudil bir şey hiç bir vakit tenkidin esasını teşkil edemez. Aldığımız terbiye, büyüdüğümüz muhit, gördüğümüz tahsil bizde hep ayrı ayrı “zevkler” husule getirmiştir. Zevklerimiz de yüzlerimiz gibidir. Hiç birbirine benzemez. Hepimizin zevkleri fevkinde bir de umumi, millî bir zevk vardır ki tenkitte ilmin, mantığın yanında bulunmağa ancak o layıktır. Fakat bu “umumi, millî mevki”de kullanmak mutlaka ilim vasıtasına müracaatla kabildir. Evvela millî zevki duymak, anlamak, görmek için birçok ilmî tahliller, tecrübeler lazımdır. Yoksa kimse kendi zevkine:
- İşte bu millî zevktir!”
diyemez. Tekrar ediyorum: Millî zevk, bizim şahsi zevklerimizin fevkinde bir şe’niyettir! Bu şe’niyeti tenkit gibi zihni bir ameliyede de kullanacak olan, mevzuuna ilim gözüyle bakmağa mecburdur.
2- Tenkit nasıl yapılır? Maupassant münekkitlerin hükümlerini kabul etmezdi. “Ben yeni bir şey ibda ediyorum. Hâlbuki onlar daima eski modaları hatırlayarak, eski modalarla karşılaştırarak hükümlerini veriyorlar.” derdi. İhtimal bu hissî tenkitçiler içindi. Hâlbuki sanatın müesses bir inzibatı dururken “tenkit”in lüzumsuzluğunu iddia etmek boştur. Sanatın gayelerinden biri de “tabiiyet”tir. Tabiiyet adeta sanat eserlerinden bir disiplin husule getirmiştir. Bir misalle izah edelim: Romanla hikâye nevi’nde tabiiyet endişesiyle kahramanlar hep kendi lehçeleriyle konuşturulur. Bu artık roman, hikâye sanatının bir kaidesidir. Dünyanın en büyük mühendisi nasıl hendesedeki eşek davasını bozamazsa, dünyanın en büyük edibi de bu kaideyi bozamaz. Meğerki yazdığı bir fantezi ola... İşte münekkit bir eserde bu gibi esaslara muhalif yanlışlar görürse meydana kor. Sonra tenkidin ilk vazifesi “Doğru ile yanlışı ayırt etmektir!” “İyi ile fena”, “güzelle çirkin”in muhakemesi ikinci iştir. Vakıa her doğru güzel değildir. Her vücudu noksansız insan güzel değildir. Fakat her “yanlış” da bir güzellik değildir. Her kambur, her çolak, her topal güzel midir? Tenkit, güzelleri çirkinleri ayırmadan kamburları, çolakları, topalları arar.
Çünkü bu ameliye metindir. Kolaydır. İnkâra, münakaşaya tahammülü yoktur. Bunun için pek adildir. Kimsenin gönlünü, hatırını kırmaz.
Tenkit, eğer kendine güvenebilirse “güzel çirkin, iyi fena” muhakemesine de girişir, fakat hükümleri mutlaka şey’î tahlilin zarurî neticeleri olmalı. Bu en birinci şarttır.
3- Tenkit kimin tarafından yapılabilir?
“Hükm-i karakuşî” vermeyen herkes tarafından... Evet bir cebir muadelesini riyaziye bilen herkes nasıl halledebilirse sanatın esaslarını bilen, millî zevki sezecek kadar hassas bulunan, ilimlerin mebadisine vakıf olan her zat bir eseri tenkit edebilir.
Bir eseri tenkit edemeyenler ancak “hükm-i karakuşî”cilerdir. Onlar kendi şahsî zevklerini “millî zevk” zannetmek gibi bir hataya düşmüşlerdir. Hâlbuki hepimizin ayrı ayrı zevklerinin mecmuudur ki millî zevkin nüvesini teşkil eder. Bu umum zevkin mahiyetini anlamak için evvela kendi zevkimizin nihayet bir “cüz” olduğunu, büyük “küll”e nispeten hiçbir ehemmiyeti haiz olmadığını teslim etmemiz lâzımdır!
Tenkidin diğer bir vazifesi de eserleri tenkide hiç hakları olmayan “hükm-i karakuşî’cileri susturmaktır İşte biz bu vazifeyi -zaten bir edebiyat muallimi gibi her çıkan eseri okumak mecburiyetinde bulunduğumuz için- bugünden itibaren memnuniyetle uhdemize alıyoruz.