Kıyamete yakın dünyaya gelip kötülük saçacağına inanılan Deccal, her gece dünyayı fethetmek için asasını hazırlar, ama Allah’ın emriyle uykuya dalar ve sabah kalktığında asasını karıncalar tarafından yenildiğini görür, amacına ulaşamaz. Bu nedenle karıncaların öldürülmesi halk arasında doğru bulunmaz.
Kıyamet’e yakın bir zamanda Yecüc ü Mecüc denilen iki yaratık gelecekmiş. Bunların boyu çok kısaymış. Arpa köklerini almak için ok attıklarında şaşırırlar. Çünkü arpa kökleri onların boylarından kat be kat büyükmüş. “İnsanlar bunları nasıl yiyormuş?” diye birbirlerine sorarlarmış. Yecüc ü Mecüc dünyadaki bütün nimetlerini yedikten sonra Deccal dünyaya gelirmiş. Halk çok aç, ağızlarına koyacak bir lokma ekmek yokmuş. Bunu bilen Deccal, asasını yere vurup envai çeşit yemek sofralarını halkın önüne serermiş. Eğer imanı olan ve nefsine hakim olanlar bundan yemezlerse doğrudan cennete gireceklermiş. Fakat nefsine hakim olamayıp bu yemeklerden yiyenlerse cehenneme gireceklermiş. Ayrıca Deccal’in kötülüklerinden kurtulmanın bir yolu varmış. O yol da, camilere sığınmakmış. Deccal de gittikten sonra Kıyamet kopacakmış.
Türk halk kültüründe dünyanın sonunu veya Kıyameti konu alan bir başka mitolojik efsanedeyse, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında büyük bir savaş olacakmış. Bu savaştan sağ kurtulanlar günahsız olacaklarmış ve bunlar 40 yıl daha yaşadıktan sonra Kıyamet kopacakmış. Kıyametten sonra mahşer yerindeyse insanlar çırılçıplak bir vaziyette olacaklarmış. Bu insanların birbirlerini görmemeleri için de gözleri kafalarının üzerinde olacakmış. Herkes 30’lu yaşlarda olarak Allah’ın huzuruna çıkacaklarmış. O mahşer yerinde insanlar terlediklerinde çamur olacakmış. Amelleri iyi olanlar çamura az batacaklarmış. Amelleri kötü olanlarsa çamura çok batacaklarmış. Zurna çalanların dilleri zurna şeklinde olacakmış. Haram mal yiyenlerin karınlarında envai çeşit haşarat olacakmış. Namaz kılmayanlar kızgın bir sacın üzerinde namaz kılacaklarmış. Saçları açık olan kadınlar ise saçlarından asılacakmış. Günahkârlar benzeri cezalar göreceklermiş.
Burada yedi kapı varmış. Bunlardan altısı cehennem biri ise cennet kapısıymış. Eğer bir kadının doğum sırasında ölen çocukları varsa, o çocukların ruhu cehennem kapılarını tutacaklarmış. Bu cehenneme önce inanmayanlar (kâfirler) atılacaklarmış. Sonra günahkâr Müslümanlar cehenneme atılacaklarmış. Bu esnada Peygamberimiz de ümmetini görmek için heyecanla gelir. Allah da günahkârlarla günahsızlar arasına bir perde çeker. Peygamberimiz sadece günahsızları görecekmiş. Şeytan cehenneme atılanlarla dalga geçecekmiş. Günahkâr Müslümanlar cezalarını çektikten sonra da cennete girebilecekmiş. Ama daha önceden cehennemde olduğuna dair bir işareti de olacakmış.
Bu tür yer yer dini bilgilerle içiçe geçmiş mitolojik efsanelerden birisi de İstanbul’dan derlenmiştir. Bu anlatıya göre, Kıyametin ne olduğu belli değilse de, dünyanın nihayeti (sonu) yaklaşınca kedi köpek yan yana yatacak, kurt ile kuzu dost olacak, herkes Allah’ı unutup yalnız paraya tapacak, kadınlar artık doğurmayacak, yollar kısalacak, binalar çoğalacak ve zina artacak denir ve bunlar kıyamet alameti sayılır. Kıyamet günü güneşin batıdan doğacağını, Yecüc ve Mecüc denilen parmak kadar mahlûklar çıkacak bunların müzika çala çala sokaklarda dolaşacaklarını, müzika sesini işitenlerin pencerelere koşacaklarını, pencerelerden Yecüc ve Mecüc denilen mahlûkları görenler arasında günahlıların başlarında boynuzlar hasıl olacağını, zaten kıyamet gününe kadar dünyada müslüman kalmayacağını, kıyamet kopunca dünyanın dümdüz olacağını ve her türlü hayatın sona ereceğini söyleyenlere İstanbul’da sık rastlanılır. Bu anlatıda kıyametin hem evrenin hem de toplumsal düzenin çökmesi olarak düşünüldüğü açıkça görülmektedir. Özellikle kedi-köpek, kurt-kuzu gibi doğaları gereği birbirine zıt hayvanların alışılmışın dışında ve beklenmedik davranışlar sergilemeye başlaması bir anlamda topyekün evrensel ve toplumsal düzenin ortadan kalkmasının işaretleri olarak verilmesi söz konusudur.
Kıyametin alâmetleri (öncü işaretleri) arasında sayılan Deccal’a dair yapılan tasvirler de son derece dikkat çekici mitolojik motiflerin kullanıldığı görülür. Meselâ, Deccal’i bir elinde su bir elinde ateş olan bir yaratık olarak tanımlayan bir anlatıda, eskatolojik durum gereği alışılmış davranış kodlarının değişimine vurgu yapılarak “ancak bu yanıltıcı bir durum, çünkü suyu tercih edenler ateşi kabul etmiş gibi olacaklar, ateşi tercih edenler ise suyu kabul etmiş gibi kurtuluşa erecekler” denilmektedir.
Bu tür simgesel değişimlerle dünyanın ve evrenin sonunun geldiğinin anlatılmasındaki en büyük yer ve rol Güneş’e aittir. Güneş’in, insan yaşamının “günlük” veya “gündelik hayat” dediğimiz en yaygın ve önemli zaman dilimini belirlemedeki yer ve rolüne denk bir biçimde evrensel olarak bütün mitoloji geleneklerinde son derece etkin bir biçimde merkezi oluşturduğu görülür. Bu nedenle güneş birçok mitoloji geleneğinde yaratıcı tanrı veya güç olarak karşımıza çıkar. Somuttan soyuta basitten karmaşığa doğru geliştiği düşünülen insanlık düşüncesinde pek çok mitolog bazı soyut ve karmaşık tanrısal düşünce ve motiflerin arkasında güneşin var olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Türk halk kültüründe İslâm kökenli dinsel bilgiler arasında da yer alan Kıyamet alâmeti olarak “güneşin batıdan doğup doğudan batması” bu bağlamda son derece dikkat çekicidir. Konuyla ilgili bir anlatıda, kıyamet inanmayanların üstünde kopacaktır. Güneş batıdan doğup doğudan batacaktır. Gök ve yer yarılacak. Gökten kızgın yağlar, yerden kaynar sular çıkacak. Dağlar un ufak olacak ve yıldızlar dökülecektir. Bu şekildeki ifadelerle anlatılan kozmolojik sistemin alt-üst olmasıdır.
Bu, Orta Asya’dan şamanist Türkler arasından derlenmiş “Kalgançı Çak” adlı eskatolojik mit anlatısından çok da farklı değildir. Özellikle yeri tutan dayanaklar olarak dağların işlevini yitirmesi, gökteki yıldızların yere dökülmesiyle mevcut kozmolojik sistemin çöküşünün çok benzer ifadelerle anlatılması kültürel ve işlevsel süreklilik açısından dikkat çekicidir.