Su kültüyle ilgili uygulamalar günümüz Türkiye’sinde de yaygındır. Birçok çeşme, pınar, kuyu ve kaynak “sahipli” ve “tekin olmayan” yerler olarak kabul edilir. Yine pek çok suyun kutsal ve şifalı olduğu inancı yayındır. Su temel bir arındırıcı olarak düşünülür. Özelikle büyü yapıldığına inananlar bir akarsuyun üzerinden geçtiklerinde büyünün bozulacağına ve tesiri kalmayacağına inanırlar.
Yaygın olarak suya işenmesi, tükürülmesi vb. şekilde suyun kirletilmesi uygun bir davranış olarak görülmez. Suyun daha genel anlamda bir koruyucu ruhu olduğu fikri bile Türk halk kültüründe tamamen kaybolmamıştır. Yalova civarında anlatılan bir efsaneye göre Deniz Ermişi ile Dağ Ermişi her yıl ağustosun ikinci haftasında bir araya gelirler. Dağ Ermişi ile Deniz Ermişi’nin bir araya gelmesiyle yaz ve kış mevsimlerinin çok bereketli geçeceğine inanılır. Deniz Ermişi bir yunusun sırtında denizde, sonra denize dökülen bir derede dağlara doğru gider, Samanlı Dağları’na varır. Derenin kaynağında yunusun sırtından inen Deniz Ermişi, hızla dağlardan inen Dağ Ermişi’yle büyük bir beyaz kayanın dibinde buluşur.
Dağ Ermişi cebinden bir kar topu çıkarır, Deniz Ermişi de bir beyaz balığı kayanın üstünde bırakır. Tam bu esnada şimşekler çakar, bulutlar kaynaşır, fırtınalar çıkar. Ağustos’un ikinci haftasında bu yörede oluşan gürültünün sebebi buymuş. Yedi gün süren görüşmenin ardından Deniz Ermişi kayanın üstüne koyduğu balığı suya atar, balık canlanır ve yüzer. Dağ Ermişi’nin kayadaki kartopu ise hiç erimeden tekrar çıktığı cebe girer. Bu iki ermiş geldikleri yerlere aynı şekilde yolculuk ederek dönerler. Bu her yıl tekrarlanırmış. Bu iki ermişin buluşamaması, kışın şiddetli yazın kurak olmasına neden olurmuş. Bu efsanede dağ ve deniz ruhunun bir araya gelip görüşmesi neredeyse mevsim dönüşümünün sebebi olarak anlatılır.