Hero ve Leandros’un ölümsüz aşk hikayesi...
Bu efsanenin Çanakkale boğazının en dar geçidinde ortaya çıktığı da söylenir. Ancak günümüzde, belki de sahip olduğu romantik dokusundan olsa gerek, Kızkulesi denildiğinde en çok bilinen hikaye “Hero ve Leandros”un ölümsüz aşk hikayesidir.
Efsaneye göre zamanında Üsküdar sırtlarında Tanrıça Afrodit adına bir tapınak vardır. Hikayede adı geçen Hero, genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir. Hero, Kulede kumrulara bakmakla görevlidir. Her yıl ilkbaharda, doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, aşkı bulamayanlar, hayal ettikleri sevgililerine kavuşabilmek için Afrodit'e yakarırlar.
Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros da bu törene katılmak için tapınağa gelir ve Hero'yla karşılaşır. İki genç ilk görüşte birbirine aşık olur. Ancak arada büyük bir engel vardır. Hero, bir rahibedir ve evlenmesi yasaktır. Oysa Leandros, ne pahasına olursa olsun Hero’ya kavuşmak istemektedir. Bir gece kıyıdan Kule’ye bakarken, Kızkulesi’nin tepesinde bir ateşin yandığını görür. Hero, elindeki meşale ile Leandros’a yol göstermektedir. Durgun denize, ayın parlak ışığı eşlik eder. İyi ve dayanıklı bir yüzücü olan Leandros, Hero’ya kavuşma hayaliyle Boğaz’ın sularına atlar. Var gücüyle yüzmeye başlar ve Kule’ye varır. İki genç, o gece aşklarını kutsarlar.
Kızkulesi o günden sonra her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros, fırtınalı bir gecede, biricik aşkı Hero’ya kavuşmak için Boğaz’ın azgın sularına bırakır kendini. Hero da her gece olduğu gibi meşalesiyle, Leandros’a yol gösterir. Ancak Hero’nun, biricik aşkına yol gösteren meşalesi rüzgarın da etkisiyle söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, nereye doğru yüzeceğini bilemez ve Kule’den gittikçe uzaklaşır. Yorgun ve bitkin düşen Leandros daha fazla dayanamaz ve Boğaz’ın karanlık sularında kaybolur. İçini kaplayan dayanılmaz endişe ile sabaha kadar sevgilisini bekleyen Hero, Leandros’un cansız bedenini karşı kıyıda görünce, bu acıya dayanamaz ve kendini Kızkulesi'nden Boğaz’ın sularına bırakır.
Yılanlı Hikaye
Bizans imparatorunun bir kızı olur. İmparator buna çok sevinir ve kızının doğum gününü, ülkesinde bayram ilan eder. Her yıl, prensesin doğum günü bayramı görkemli bir şekilde kutlanır. İmparator, bilginlerinden, kızının tahta hazırlanması için eğitilmesini ister. Fakat bilginlerin en yaşlısı, imparatora, kızının on sekiz yaşına basmadan bir yılan tarafından sokularak öleceğini kehanet eder. Bunun üzerine imparator, denizin ortasındaki küçük bir adacık üzerinde yer alan kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir.
Böylece yıllar geçer. İmparatorun kızı on sekizine basmak üzeredir. Ancak, kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. İmparator, kızının ölümüne çok üzülür ve kaderden kaçılamayacağını anlar. Kızı toprağa gömülürse, yılanlara yem olacağını düşünerek, prensesin cansız bedenini mumyalatıp pirinç bir tabuta koydurur. Tabutun da Ayasofya'nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini emreder. Böylece, kızının hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, prensesi ölümünden sonra da rahat bırakmadığı anlatılır.