Abdurauf Fıtrat
Fıtrat 2000: 57-59, 69-73. Bu eserde Buharalı bir müderris ile bir Frengi’nin eski ve yeni usul mektepler hakkındaki tartışması anlatılmaktadır. Fıtrat bu eseriyle eski usul mekteplerin metod ve muhteva bakımından yetersizliğini vurgular, çağdaş bilimlerden uzak kalmasını eleştirerek çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek okulların açılmasını ve eğitimin yaygınlaşmasını önermektedir. “Münazara” dönemin siyasî, idarî, dini ve kültürel yapısı hakkında önemli bilgiler içeren bir eserdir. Özellikle, Buhara medreselerinin durumu, öğretmenlerin maddi ve manevi durumu, öğrencilerin yaşam şartları, müfredat ve ders kitapları hakkındaki tespitler önemlidir.
Fıtrat 2000: 57-59, 69-73.
Bu eserde Buharalı bir müderris ile bir Frengi’nin eski ve yeni usul mektepler hakkındaki tartışması anlatılmaktadır. Fıtrat bu eseriyle eski usul mekteplerin metod ve muhteva bakımından yetersizliğini vurgular, çağdaş bilimlerden uzak kalmasını eleştirerek çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek okulların açılmasını ve eğitimin yaygınlaşmasını önermektedir. “Münazara” dönemin siyasî, idarî, dini ve kültürel yapısı hakkında önemli bilgiler içeren bir eserdir. Özellikle, Buhara medreselerinin durumu, öğretmenlerin maddi ve manevi durumu, öğrencilerin yaşam şartları, müfredat ve ders kitapları hakkındaki tespitler önemlidir.
Avrupalı (A) Nasılsınız?
Müderris (M) Elhamdülillah, iyiyim.
A - Efendim, nerelisiniz?
M - Buhara-yı Şeriftenim.
A - Nereye gidiyorsunuz?
M - Beytulluh’a.
A - Buhara’da ne iş yapıyordunuz?
M - İlim ehlinden olduğum için müderrislik yapıyordum.
A - Buhara nasıl bir yerdir?
M - Buhara-yı Şerif büyük bir şehirdir. İlim kaynağı olması ve meyvelerinin bolluğu ile ünlüdür.
A - Buhara’nın şerifliği, ilim kaynağı olmasından mı, yoksa meyvelerinin bolluğundan mı gelmektedir?
M - Ben bunların ikisini de şerefinin sebebi olarak biliyorum.
A - Bol meyvesinden dolayı bir yere şerif demek doğru olmasa gerek!
M - İyi öyleyse! Siz, ilim kaynağı olmasını şeref sebebi kabul ediniz.
A - Tamam. Ancak bir yerin ilmi gücünü anlamak oranın ulemasını bilmeye bağlıdır. Şimdi bana söyleyiniz, Buhara’nın nüfusu ne kadardır?
M - Kardeşim! Ben çalışan biriyim. Buhara’nın cadde ve sokaklarında gezerek adamları saymadım ki.
A - Maşallah! Pekiyi, ben size şöyle bir soru sorayım, ülkenizde “Coğrafya” okuyorlar mı?
M - Ben müderris idim. Geceleri hazırlanır gündüzleri ders okuturdum. Bu tür “hikaye” kitaplarını okumaya ne zaman elim değsin? Böyle kitaplar “kıssahânlar”da bulunur.
A - “Coğrafya” hikaye kitabı değildir, tam tersine, çok yararlı bir ilimdir. Pek çok bölümleri olan bu ilmin bir bölümüne de “istatistik” denir. Bu bölümde ülkelerin nüfusları tespit edilir. Siz bilmiyorsanız ben söyleyeyim, Buhara, yaklaşık 2 milyon nüfusun yaşadığı bir ülkedir. Bu nüfusun 70.000’i Buhara şehrinde, kalanı ülkenin diğer yerlerinde yaşar. Şimdi lütfen söyleyiniz, bu 2 milyon nüfusun hepsi ilim ehli midir?
M - Hayır, hepsi ilim ehli değildir. Zaten hepsinin ilim ehli olması mümkün değildir. Çünkü herkes alim olsa diğer meslekler boş kalır.
A - Öyleyse nüfusun yarısı alim?
M - Hayır.
A - Yoksa dörtte biri mi?
M - Buhara’daki 70.000’in dışındakiler sade halktır.
A - Bu halk, en azından, okuma-yazma bilirler mi?
M - Maalesef! Bizler bunları adam olarak kabul etmeyiz. Okuma-yazmaları yok denecek kadar azdır. Siz bana 70.000 şehirlinin durumunu sorunuz.
A - 70.000 şehirlinin hepsi alim mi?
A - Yarısı?
M - Hayır. Buhara halkının durumu şöyledir: Bir kısmı okur-yazar, bir kısmı bakkal-dükkan işleticisi, bir kısmı aktar, bir kısmı köle, bir kısmı işsiz ve bir kısmı da ilim ehlidir.
A - Söylediklerinize bakılırsa şehir halkının yirmide biri ilim ehli olsa gerek!
M - Barekâllah, bildiniz.
A - Pekiyi, geriye kalan yirmide ondokuzunun okur-yazarlığı var mı?
M - Bazısı okur-yazardır.
A - Şaka yapmadığınızı, doğru cevap verdiğinizi umuyorum!
M - Ne söyledimse doğrudur. Abartma veya şaka yoktur.
A - Acaba!? Buhara ilim kaynağı demiştiniz. Hâlbuki bu durumda hiç ilim yoktur. “Uzun sakallı köse” veya “harap cennet” gibi içi boş bir adın ne anlamı olabilir? Dünyada, padişahı ile halkı aynı dinden olup da halkı okuma-yazmadan ve dinen bilinmesi zorunlu bilgilerden habersiz olan bir ülke var mı ki? Müderris efendi! Siz lütfedip diyorsunuz ki “eğer herkes ilimle meşgul olsa başka işler ve meslekler boş kalır.” Şimdi, sizin gibi bir alimin inancı böyle olursa, başkalarının inancı nasıl olur? (…)
A - Medresede kaç yıl okurlar?
M - Her yılda 6 ay olmak üzere 20 yıl okurlar.
A - Niçin bir yılın 6 ayında okuyup diğer 6 ayında okumazlar?
M - Bu 6 ayda kırsal kesimlerde imamlık yapıp “iftitah” (“açılış”, okul açılışı) için para kazanırlar.
A - Şimdi problemimiz iki oldu. Pekiyi, “iftitah” için ne tür masraflar yapılır?
M - Öğrenciler her yıl derse başlayabilmek için hocalarına 20 ile 500 Tenge arasında para sunarlar.
A - Tamam anladım. Bu durumda, meğer hocalarınızın belirlenmiş gelirleri yokmuş.
M - Vardır.
A - Nasıl?
M - Birinci dereceden ulemamızdan olan “Ahund” hazretlerinin vakıftan belirlenmiş yıllık geliri 2500 Tengedir. Eğer iyi bir alim ise “Mührâne”den de yılda 10.000 Tenge alır.
A - Bu sözünüz bana öncekilerden daha tuhaf geldi. Önce “eğer iyi bir alim ise” dediniz. Yüksek derecede olup da iyi bir alim olmaması mümkün mü? Yine “Mührâne”den de yılda 10.000 Tenge alır” dediniz. Bunun anlamı nedir? Sizin ülkenizde ne tür paraya “mührâne” denir?
M - Kardeşim, siz köylüye benziyorsunuz. Dünyanın usûlünü ve halini bilmiyorsunuz. Buhara’da “me’haz” yani ahundluk, alimlik, müderrislik gibi dereceler “Kadı-kelan” aracı-lığıyla Yüce Buhara Emiri tarafından verilir. Bu usulde, Kadı-kelan kimi bir me’haza layık görürse onu Emir Hazretlerine arz eder ve onun adına Emir Hazretleri tarafından “yarlık” verilir.
A - Kadı-kelan herkese liyakatine göre me’haz arz kıldığına göre ilmi olan kişi ahundluk derecesine nasıl çıkar?
M - Yanlış anladınız. Her kimi layık görse demek, her kimin liyakati olsa demektir.
A - Tamam, ilimsiz birini niçin ve hangi vicdanla ahundluk derecesine layık görürler?
M - (Hay Allah, sırrımız ortaya çıktı.) Kardeşim! Kadı-kelan hazretleri gerçekten büyük bir insan ve alim olarak ulemanın öncüsüdür, başıdır. Aynı zamanda, padişahın yanında itibarı vardır. Bu nedenle, bir kişiyi bir makama layık gördükten sonra bu hususta her türlü çareyi bulur. (…) Söz uzayıp gitti.
A - Bilindiği gibi 20 yıllık eğitim Arapçadır. Bu nedenle Arapçayı iyi bilseniz gerek.
M - Elbette... Biz Buhara uleması Arapçayı Araplardan daha iyi biliriz.
A - Bu bir ganimettir, fırsattır. Benim birazcık da olsa Arapça bilgim var. Lütfediniz, ikimiz biraz Arapça konuşalım.
M - (İçinden konuşuyor: “Ey Allahım! Bu beklenmedik belayı başıma nereden saldın? Bu bela beni yavaş yavaş rüsva edecek”) Kardeşim, bağışlayınız, biz Buhara uleması Arapça konuşmayız Bizim Arapça bilgimiz şöyledir: Öğrencilik zamanımızda Arapça ders kitaplarını hocalarımızın huzurunda okuduk. Şimdi az bir gayretle Arapça bir kitabı okuya biliriz.
A - Hay, hay! Sizler Buhara uleması Arapça bilirsiniz. Bizim çocuklarımız okulda üç yıl ders alıp okuma-yazmayı, iki-üç yabancı dili, temel dinî bilgileri, tarihi ve aritmetiği tamamen öğrenirler. Fakat sizler yirmi yıl Arapça okumanıza rağmen onu konuşamıyorsunuz. Müderris efendi! Sadece insanlık gereği ben diyorum ki durumunuz çok kötüdür. Eğer siz Türkistanlılar bu yolda devam edip yirmi yedi yıllık değerli ömürlerinizi bir kısım hurafeler yolunda harca-yıp, yararlı ilimleri öğrenmekten mahrum kalırsanız bu gidişle kısa süre sonra Türkistan’da İslamdan iz kalmayacak. (Fakat İslamın adı sadece tarih kitaplarında kalır, vesselam.) İnsaf ediniz, bu nasıl eğitim-öğretimdir? Ayrıntıya inen gereksiz gramer tartışmalarının ne yararı vardır? Yazık bu vakitlere. Yazık bu çalışmaya. Eğer bu çalışmalar ve koşuşturmalar Kur’an’ınızın anlamını kavramaya ve sembollerini keşfetmeye harcanıp, onun mutluluğu gösteren hükümleri ile amal etseydiniz “Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanlara gelince Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine doğru giden bir yola götürecektir” ayetlerinin feyizlerinden daha hızlı yararlanırdınız. Şimdi de fırsat var. Eğer bu fırsatı ganimet bilip yararlı ilimler okuumaya, sanayii geliştirmeye çalışıp zamana uygun hareket ederseniz kurtuluşu bulursunuz. Aksi takdirde kısa sürede şimdiki durumunuzdan daha kötü hale düşer, sonra yok olup gidersiniz.
M - Kardeşim bu sözleriniz yüreğime üzüntü saldı. Şimdi birazdan sözlerinizin heybeti ve etkisinden öleceğim. Allah aşkına söyleyiniz, derdimizin çaresi nedir? Nereye gidelim? Ne yapalım?
A - Sabrediniz! Söyleyeceğim.
M - Fazla sabrım kalmadı, lütfen söyleyiniz.
A - İsterseniz söylerim. Şimdi isterseniz, memnuniyetle, elbette, anlatırım.
M - Çabuk anlatınız.
A - Söylerim “emma”
M - Allah aşkına “emma”yı bırakınız, sorulanı açıklayınız.
A - Müderris Efendi! Elbette ilacınızı söylerim. Ama korkarım ki kabul etmezsiniz veya benim hakkımda kötü düşünürsünüz.
M - Siz lütfedip derdimin çaresini söylerken biz niçin kabul etmeyip de hakkınızda kötü düşünelim, belki sevinip kabul ederiz.
A - Sizlerin ilacı şudur: Yeni okullar açınız ve o boş, anlamsız gramer tartışmaları yerine çok yararlı ve hızlı sonuç alan ilim ve fenleri koyunuz. Zanaat, ticaret, tarım, yayıncılık ve edebiyata yöneliniz. Kısacası dininizi ilim ve sanayi ile beraber tutunuz. Bundan başka çare yoktur.