Seyyid Vehbî
Mehmet Arslan, Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri 3: Vehbi Sûrnâmesi, İstanbul 2009, s. 209.
Sûrname-i Vehbî: III. Ahmet’in şehzadeleri Sultan Süleyman, Mustafa, Mehmet ve Bayezit’in sünnet düğünleri ile kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan’ın evlenme merasimlerini anlatan bir eserdir. Bu eserin diğer sûrnameler arasında özel bir yeri ve benzerlerinden ayrı bir önemi vardır. Eser, o devirdeki kıyafetler, gösteriler, esnaf alayları, eğlenceler ve hediyeleri anlatması açısından devrin saray ve toplum hayatının canlı bir aynası gibidir. Eserin ne kadar ilgi gördüğü sadece İstanbul kütüphanelerinde yirmiden fazla el yazması nüshasının bulunmasından anlaşılmaktadır.
Vehbî Sûrnamesi, mensur olmakla birlikte yer yer şair, kendi manzumeleriyle eserini süslemiştir. Eser, bizzat Sadrazam Nevşehirli Damat Paşa’nın teklifi üzerine yazılmıştır. Eserde on beş gün on beş gece süren ve Osmanlı tarihinde Lale Devrinin başlangıcı olarak kabul edilen bu düğün, gün gün bütün ayrıntılarıyla aktarılmaktadır. Sûrnameler içinde dili en süslü ve estetik nesrin yer yer bütün özelliklerini aksettireni de budur (Arslan 2009).
Sûrname-i Vehbî’den
Ve zûr-bâzân-ı mezkûreden biri dahi dibi tablalı bir kargı mızrağın nevk-i ser-tîzini başındaki arakiyyeye mümâs idüp bî-havf u hirâs cilve-i bî-kıyâs eylediginden sonra mızragın ucını miyân-ı ebruvânına vaz’ idüp yemîn ü yesâra temâyül ü ihtizâz iderek reftâr iderken dûşını tahrîk itdikçe mızrak fırfır şu’le-i cevvâl gibi döner ve Arap mızrakdan tefkîk-i nazar itmeyüp meydânda cevlân eyler idi. Mızrağın fırlak gibi sür’at-i devrânı görüldükçe nevk-i ser-tîzi sîh-i büryân gibi ser-â-pâ vücûduna güzâr itmek mülâhazası nîze-i müjgân-ı temâşâyiyânı hâlide-i sâha-ı hayret itmekle, sadr-ı a’zam-ı sâkıbu’l-ârâ nîze-i Arab’ı huzûrına getürüp hem-nişînleri olan devlet-i erkân hiddet-i nazarla im’ân u dikkat eylediklerinde bu abd-ı fakîr dahi câkerde-i saffu’n-ni’âl-i bâr-gâh-ı âsafî bulunmagla, ‘Gel sen de nazar-ı tedkîk eyle tahrîr idecek hârikada şübhen var ise tahkîk eyle’ buyurmaları ile teşhîz-i nazar-ı im’ân ve nevk-i yelmânına mess-i benân itdigimde, ‘alîmallâh yelmânı şemşîr-i tâb-dârdan tîz ve nevki sûzen-i müjgân-ı hûbândan bârîk ü nebtîz olup, idâre sûretinde olan hiddet-i güzârişinden kat’-ı nazar, cebîn-i insânî degül siper-i nüh-tûy-ı eflâke nihâde olunsa, şemşîr-i berk-misâl bir cânibinden bir cânibine güzer itmemek muhâl mertebesinde buldum.
Ve yine bir mızrağın çamurlığı tarafına bir tabla geçürüp, etrâfına altı meş‘al ve miyânına bir hum sitâde ve nevk-i sinânı başına nihâde eyleyüp, germ-i cevlân-ı bâzî-künân olup ba’dehû hum yerine düvâzdeh-sâle iki şâkirdini iclâs eyleyüp, anlar tabl çalar iken kendi batî vü serî’ hırâm eyledi. Gâh dahi şâkirdini bir sütûn-ı mevzûna mâr-ı pîçîde gibi sarup ve boynına bir tabl âvîze eyleyüp ol tabl çalar, kendi sütûnun ucını başına ve kaşına koyup istediği gibi oynar idi.
Günümüz Türkçesiyle
Ve adı geçen zorbazlardan biri de dibi düzlenmiş bir kamış mızrağın keskin ucunu başındaki külaha temas ettirip korkusuz bir şekilde gösteriş yaptıktan sonra, mızrağın ucunu kaşlarının ortasına koyup sağ ve sol tarafa eğilerek giderken omzunu oynattıkça mızrak fırfır, hareketli bir ateş topu gibi döner ve Arap, mızraktan gözlerini ayırmayıp meydanda dolaşırdı. Mızrağın, fırıldak gibi dönüşünün sürati görülünce keskin ucunu kebap şişi gibi baştan ayağa vücuduna geçirme düşüncesi, seyredenlerin kirpiklerinin mızrağını hayretle meydana saplamaktaydı. Parlak fikirli sadrazam, Arap’ın mızrağını huzuruna getirip sohbet arkadaşlarından olan devletin ileri gelenleri dikkatli bakışlarla baktıklarında, bu fakir kul da sadrazam dergâhının en aşağısında yer edinmiş bulunmaktaydım. Sadrazamın ‘Gel sen de dikkatle bak, yazılacak harika şeyden şüphen varsa incele’ diye emretmeleriyle dikkatle bakışlarımı yoğunlaştırıp, ucunun sivriliğine parmaklarımı dokundurduğumda Allah bilir ki ucunun kıvrımı kılıçtan keskin, güzellerin kirpiklerinin iğnesinden ince ve narin olup geçişinin hiddetinden bakışı kaçırmayı, insanın alnına değil, feleklerin dokuz kat siperine konulmuş olsa, şimşekten kılıç gibi bir tarafından bir tarafına geçmemeyi imkânsız bir şey derecesinde buldum.
Ve yine bir mızrağın çamurluğu tarafına bir hedef geçirip, etrafına altı meşale ve ortasına bir küp koydu ve mızrağın ucunu başına dayayıp oyun yaparak hızlıca dolaştı. Ondan sonra küp yerine on iki senelik iki öğrencisini oturtup onlar davul çalarken kendi bir yavaş ve bir hızlı yürüdü. Bazen de öğrencisini düzgün bir direğe, kıvrılmış yılan gibi sarıp öğrencisinin boynuna bir davul asar, öğrencisi de o davulu çalardı. Kendisi de direğin ucunu başına ve kaşına koyup istediği gibi oynardı.