Hazırlayan: Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU - Prof. Dr. Ali DUYMAZ
(Yerin Yaratılışı : Yeriding Pütkeni)
Evvelce ancak su vardı; yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile bir “kişi” vardı. Bunlar kara kaz şekline girip su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. “Kişi” rüzgâr çıkarıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı’nın yüzüne su serpti. “Bu kişi” kendisinin Tanrı’dan büyük olduğunu sandı ve suyun içine dalıverdi. Su içinde boğulacak oldu;
“Tanrı, bana yardım et.” diye bağırmaya başladı. Tanrı:
“Yukarı çık!” dedi. O da sudan çıkıverdi. Tanrı şöyle buyurdu:
“Sağlam bir taş olsun!” Suyun dibinden taş çıktı. Tanrı ile “kişi” taşın üzerine oturdular. Tanrı “kişi”ye:
“Suya dal oradan toprak çıkar!” dedi. Kişi suyun dibinden toprak çıkarıp Tanrı’ya verdi. Tanrı bu toprağı suyun üzerine atarak:
“Yer olsun (yer bütsün)!” dedi. Böylece yer yaratılmış oldu. Bundan sonra Tanrı yine “kişi”ye:
“Suya dal toprak çıkar!” dedi. “Kişi” suya daldı ve
“Ben kendim için de toprak alayım.” diye düşündü, iki eline toprak aldı; bir elindeki toprağı kendi başına iş görmek düşüncesiyle ağzına soktu. Tanrı’dan gizlice yer yaratmak istiyordu. Bir elindeki toprağı Tanrı’ya verdi. Tanrı bu toprağı saçıverdi, katı yer meydana geldi. Deminki “kişi”nin ağzında gizlediği toprak da büyümeye başladı. Nefesi tıkanıp boğulacak, ölecek oldu. Tanrı’dan kaçmaya başladı. Fakat nereye baksa Tanrı’yı yanında buldu. Boğulmak üzere iken:
“A Tanrı, gerçek Tanrı, bana yardım et!” diye yalvardı. Tanrı ona:
“Ne yaptın? Ağzına toprak saklayım diye mi düşündün? Bu toprağı ne için gizledin?” diye sordu. O “kişi” cevap verdi:
“Yer yaratayım diye bu toprağı ağzımda gizlemiştim.” Tanrı ona:
“At ağzından o toprağı.” dedi. “Kişi” toprağı atıverdi. Bu topraktan küçük küçük tepeler meydana geldi. Bundan sonra Tanrı şöyle dedi:
“İmdi sen günahlı oldun; bana karşı fenalık düşündün. Sana itaat eden halkın (sanga bakkan albatıng) düşünceleri dahi fena olacaktır. Bana itaat eden halkın düşünceleri arı, temiz olacaktır; onlar güneş görecekler. Ben gerçek Kurbustan adını almışımdır. Senin adın ise Erlik olsun; günahlarını benden gizleyenler senin halkın olsun; günahlarını senden gizleyenler benim halkım olsun!” dedi.
Dalsız budaksız bir ağaç bitmişti. Bu ağacı Tanrı gördü ve:
“Dalları olmayan ağaca bakmak hoş bir şey değil; buna dokuz tane dal bitsin!” dedi. Ağaçta dokuz dal bitti. Tanrı yine şöyle dedi:
“Dokuz dalın kökünden dokuz kişi türesin ve bunlardan dokuz ulus olsun!”
Bu sırada Erlik bir kalabalığın gürültüsünü işitti ve:
“Bu gürültü nedir?” diye sordu. Tanrı:
“Sen de bir hakansın, ben de bir hakanım. Bu gürültü yapan kalabalık benim ulusumdur.” dedi. Erlik bu kavmin kendine verilmesini istedi. Tanrı ona:
“Hayır, sana vermeyeceğim. Sen kendine bak.” dedi. Erlik:
“Dur bakalım. Tanrı’nın şu ulusunu bir göreyim.” dedi ve kalabalığa doğru yürüdü. Bir yere geldi. Burada insanlar, yabani hayvanlar, kuşlar ve başka birçok canlı yaratıklar gördü ve:
“Tanrı bunları nasıl yaratmış? Bunlar ne ile besleniyorlar?” diye düşündü. Burada bulunan insanlar bir ağacın meyvesiyle besleniyorlardı. Ağacın bir tarafındaki meyveyi yiyorlar, diğer tarafındaki meyvelerden ağızlarına almıyorlardı. Erlik bunun sebebini sordu. İnsanlar ona cevap verdiler:
“Tanrı bize bu dört dalın meyvesini yemeyi yasak etti. Güneşin doğduğu yanda bulunan beş dalının meyvelerinden yemeyi buyurdu. Yılan ile köpeğe; ‘Bu ağacın dört dalından yemek isteyenleri bırakma!’ diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın meyveleri bizim aşımız oldu.”
Erlik Körmös bunları duyduktan sonra Törüngey denilen bir kişi buldu ve ona:
“Tanrı yalan söylemiş, siz bu dört dalın meyvelerini de yiyiniz!” dedi. Bekçi yılan uyuyordu. Erlik onun ağzına girdi ve:
“Bu ağaca çık!” dedi. Yılan ağaca çıktı, yasak meyveden yedi. Törüngey ile karısı Eje beraber geziyorlardı, Erlik onlara:
“Bu meyveden yiyiniz!” dedi. Törüngey istemedi. Fakat karısı yedi, meyve çok tatlı geldi. Meyveyi alıp kocasının ağzına sürdü. O anda her ikisinin tüyleri dökülüverdi. Utandılar. Ağaçların altına saklandılar. Derken Tanrı geldi. Bütün ulus Tanrı’dan gizlendi. Tanrı haykırdı:
“Törüngey, Törüngey! Eje, Eje! Neredesiniz?” Onlar:
“Ağaç altındayız, sana varamayız.” dediler. Yılan, köpek, Törüngey, Eje kabahatı hep birbirlerine attılar. Tanrı yılana dedi:
“Şimdi sen körmös (şeytan) oldun. Kişiler sana düşman olsun, vursun, öldürsün.”
Bundan sonra Eje’ye:
“Yasak meyveyi yedin. Körmös’ün sözüne uydun, bundan böyle sen gebe olacaksın, çocuk doğuracaksın, doğum sancıları çekeceksin sonra öleceksin.” Törüngey’e şöyle dedi:
“Körmös’ün aşını yedin, beni dinlemedin, şeytanın sözüne kandın, onun sözüne kananlar onun ülkesinde yaşayacaklar, benim nurumdan mahrum olacaklar, karanlık dünyada bulunacaklardır. Şeytan bana düşman, sen de ona düşman olacaksın. Beni dinlemiş olsaydın benim gibi olurdun. Şimdi senin dokuz oğul, dokuz kızın olsun. Bundan sonra ben kişi yaratmayacağım. Kişileri sen doğuracaksın.” Tanrı şeytana:
“Adamlarımı ne için aldattın?” dedi. Şeytan:
“Ben istedim sen vermedin. Ben de hırsızca almaya karar verdim. Ben alacağım: Atla kaçarsa düşürerek alacağım, döğüştüreceğim, suya girse, ağaca çıksa yine alacağım.” dedi. Tanrı şöyle dedi:
“Üç kat yerin altında, ay ve güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Ben seni oraya atıyorum.” İnsanlara da şöyle dedi:
“Bundan sonra size yemek vermeyeceğim. Kendinizi kendi gücünüzle kazanarak besleyiniz. Sizinle konuşmayacağım. Size Maytere’yi göndereceğim.” dedi.
Maytere geldi; insanlara birçok şey öğretti. Araba yaptı. Aş olarak ot köklerini, ısırgan vesaire otları tayin etti.
Erlik, Maytere’ye yalvardı:
“Ey Maytere, sen benim için Tanrı’ya başvur, müsaade etsin de ben Tanrı’nın yanına çıkayım.” Maytere, Erlik’in kabul edilmesi için Tanrı’ya altmış yıl yalvardı.
Tanrı şeytana şöyle dedi:
“Bana düşman olmazsan, insanlara fenalık etmezsen yanıma gel!” Şeytan göklere Tanrı’nın yanına çıktı; Tanrı’ya secde ederek;
“Beni takdis et, müsaade et ben de kendim için gökler yapayım.” dedi. Tanrı müsaade etti. Erlik gökler yaptı. Erlik’in avenesi göklere yerleşip çok kalabalık oldu. Tanrı’nın öz kişisi Mangdaşire şöyle düşündü:
“Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde, Erlik’in kişileri göklerde. Bu çok fena bir şey.”
Mangdaşire, Tanrı’ya darılıp Erlik’e karşı savaş açtı; Erlik karşı geldi, ateşle vurup Mangdaşire’yi kaçırdı. Mangdaşire Tanrı huzuruna geldi. Tanrı:
“Nereden geliyorsun?” diye sordu. Mangdaşire:
“Erlik’in avenesi yüksek göklerde, bizim kişilerimiz ise yeryüzünde bulunuyorlar, bu çok fena bir şey. Ben Erlik’in avenesini yere indirmek için savaştım. Fakat gücüm yetmedi, indiremedim.” dedi.
Tanrı:
“Benden başka kimse ona dayanamaz; Erlik’in gücü senden fazladır. Fakat bir zaman gelecek ki sana ‘Var!’ diyeceğim. İşte o zaman senin gücün Erlik’in gücünden üstün olacaktır.” dedi. Bunun üzerine Mangdaşire rahat rahat yattı.
Bir gün Mangdaşire şöyle düşündü:
“Tanrı’nın var diyeceği gün yaklaştı.”
Tanrı, Mangdaşire’ye dedi:
“Ey Mangdaşire, bugün var, Erlik’i göklerden süreceksin, maksadına ereceksin, ondan çok güçlü olacaksın. Benim gücüm, kudretim, takdisim (alkışım) sana yetsin.” Mangdaşire sevindi, bir kahkaha attı:
“Tüfeğim yok, yayım, okum yok, kargım (cıdam) yok, yatağanım yok... Ancak yılan bileğim, kolum var. Nasıl ben Erlik’e karşı varayım?” dedi. Tanrı ona kargı verdi. Mangdaşire kargıyı alıp Erlik’in göklerine çıktı. Erlik’i yendi, kaçırdı. Göklerini kırıp parça parça etti. Erlik’in göklerinin parçaları yere döküldü. O zamana kadar yeryüzü dümdüz idi. Bu parçalardan dağlar, kayalar hasıl oldu. Güzel Tanrı’nın güzel yarattığı dümdüz yer böylece eğri büğrü oldu. Erlik’in bütün avenesi yere döküldü, kimi suya düştü, boğuldu; kimi ağaca, kimi taşa çarptı öldü; kimi hayvanlara çarptı öldü.
İmdi Erlik, Tanrı’dan yardım istedi:
“Benim göklerimi kırdın. Şimdi benim barınacak yerim yok.” dedi. Tanrı onu yerin altına, karanlık dünyasına sürdü. Üzerine kat kat kilitler koydu.
“Üzerinde sönmez ateş olsun, güneş ve ay ışığı görmeyesin! Tekrar ediyorum: İyi olursan yanıma alırım, fena olursan daha derinlere sürerim!” dedi. Erlik:
“Ben, ölmüş adamların canlarını alacağım.” dedi.
“Tanrı ben onları sana vermeyeceğim, kendin yarat.” dedi. Erlik eline çekiç, körük, örs aldı. Bir vurdu, kurbağa çıktı, bir vurdu yılan çıktı, bir vurdu ayı çıktı, bir vurdu domuz çıktı, bir vurdu albıs (fena ruh) çıktı, bir vurdu deve çıktı.
Tanrı geldi. Erlik’in körük, çekiç ve örsünü alıp ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç de bir erkek oldu. Tanrı bu kadını yakalayıp yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu, bu kuş eti yenmez, tüyü yelek olmaz “Kurday” denilen kuştur. Tanrı erkeği yakalayıp yüzüne tükürdü, o da bir kuş oldu, bu da “Yalban” denilen kuştur. Bütün bunlardan sonra Tanrı, halka hitaben:
“Ben size mal verdim, aş verdim, yerin üzerinde iyi, güzel ve arı sular verdim, size yardım ettim. Siz de iyilik yapınız. Ben göklerime döneceğim; çabuk gelmeyeceğim.” dedi.
Sonra yardımcı ruhlarına hitaben:
“Şal-Yime, sen aklını kaybedenleri, körpe çocukları, kısrak yavrularını, inek buzağılarını koru, iyi sakla. İyilik yapmış olan ölülerin canlarını yanına al, kendi kendini öldürenleri alma! Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları başkalarına düşmanlık edenleri de alma, benim için ve hakanı için savaşıp ölenleri al, benim yanıma götür! İnsanlar, size yardım ettim, sizden fena ruhları uzaklaştırdım. Fena ruhlar (körmösler) insanlara yaklaşırlarsa onlara yemek versinler. Körmöslerin aşlarını yemeyiniz, yerseniz onlardan olursunuz. Benim adımı söylerseniz himayemde bulunacaksınız. Şimdi ben uzaklaşıyorum fakat tekrar geleceğim; beni unutmayınız. Beni gelmez sanmayınız. Şimdi uzaklara gidiyorum. Tekrar geldiğim zaman sizin iyilik ve fenalıklarınızın hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şal-Yime kalıyorlar. Onlar size yardım edeceklerdir.”
“Yapkara, sen iyi bak! Erlik senin elinden ölmüşlerin canını çalmak isterse Mangdaşire’ye söyle, o kuvvetlidir. Şal-Yime sen iyi bak! Albıs, şulbus yerin altından çıkmasınlar, çıkarlarsa derhâl Maytere’ye haber ver! O kuvvetlidir. Onları kovsun! Podo-Sunku ayı ve güneşi beklesin. Mangdaşire’ye söyle yeri ve gökleri muhafaza etsin! Maytere iyilerden kötüleri uzaklaştırsın. Mangdaşire, sen fena ruhlarla savaş! Sana güç gelirse benim adımı çağır! İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Olta ile balık avlamak, sincap (tiyin) vurmak, hayvan beslemek sanatlarını öğret!”
Bunları söyledikten sonra Tanrı uzaklaştı. Mangdaşire olta yaptı. Balık avladı, tüfek, barut icat etti, sincap vurdu. Tanrı’nın buyurduğu gibi insanlara birçok şey öğretti.
Mangdaşire bir gün şöyle dedi:
“Bugün beni rüzgâr uçuracak ve götürecektir.” Rüzgâr geldi Mangdaşire’yi alıp götürdü.
Yapkara insanlara şöyle dedi:
“Mangdaşire’yi Tanrı yanına aldı. Onu bulamazsınız, ben Tanrı’nın elçisiyim, ben de gideceğim. Tanrı nerede durdursa orada kalacağım. Siz öğrendiklerinizi unutmayınız. Tanrı’nın yargısı budur.” dedi. İnsanları kendi hâllerine bırakıp o da gitti.