Ahmet Haşim
Yolumun üzerinde her sabah tesadüf ettiğim bir dilenci var. Bu zeki çehreli adam, yoklama defteri imzalamağa mahkum bir kalem efendisi intizamıyla, her gün, tam saat altıyı kırk geçe köşesine gelir ve tam saat ona kadar da bir tek söz söylemeksizin, sırf gözlerinin derin elemi ve edasının sakit belâgatiyle gelip geçenlerin merhametini avlar. Merhametlerin, birer şaşkın güvercin telaşıyla bu mahir avcının kurduğu tuzağa düşmek için nasıl kanat çırptıklarını görmek, benim her sabahki eğlencemdir. Sabır, tahammül, intizam gibi seciye faziletlerinin en müşkülleriyle mücehhez ve aynı zamanda, ustalıklı bir sükûtun vâhi bir talâkata müreccah olduğunu bilecek kadar zevk ve idrak sahibi olan bu adamın, daha çetin sahalarda daha kârlı şikârlar arkasında koşması mümkün iken, bir dilenci kisvesi altında gelip geçenlere el uzatmağa razı oluşunu büsbütün budalaca bir hareket addetmedim. Bu adam haklı idi:
Hayatın, zevk membaı olarak kuvveti ve insanın yaşamak hususundaki kudreti nispetinde fakirin hali yamandır. İşte bunun içindir ki New York veya Londra gecelerinde, kuru bir kemik parçasını, açlıktan gözü dönmüş köpeklerin ağzından kapmağa muhtaç kalan korkunç hayat düşkünlerine verilen "fakir" ismi, Hindistan'da Ganj Nehri kenarında, nim-mukaddes bir payenin unvanıdır. Fakire merhamet, saadet ve felaketleri na-meri kuvvetlerin keyfine tâbi ve binaenaleyh her an refahtan sefalete düşmek tehlikesine maruz olanların meçhulattan bir nevi istimdadıdır. Bu gibilerin dilenci avucuna sıkıştırdıkları her sadaka, yarın istemekten korktukları bir sadakanın re'sülmali gibidir.
Her sabah samit bir haile çehresiyle karşıma çıkan dilenci, şüphesiz, hesabın henüz tesadüfe galebe etmediği bir âlemde yaşadığını biliyordu ve hudutsuz bir saffet ve gaflet denizi içinde, merhameti, giranbaha inciler şeklinde, kolayca avlamaktan zerre kadar mahcup görünmüyordu.