Ahmet Hamdi Tanpınar
Kaynak: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi’den, s.96-98.
Atatürk gibi milli varlığın her alanında yaratıcı eserler bırakan, dehasının mucizesiyle bütün milli hayatı yoğurup dirilten bir insandan bahsetmek daima güç bir şeydir. Çünkü Atatürk’ten bahsetmek, fanilerin diliyle bir mucizeler zincirini anlatmak demektir. Mucize, mucize ile anlatılır. Onun içindir ki kahramanların gerçek yüzleri ancak sanatta görülür.
Hiç bir hayat onunki gibi zengin ve dolu olmamıştır. Hiç bir eser, altı yıl önce aramızdan çekilip gitmesine ağladığımız büyük insanınki kadar şaşırtıcı, ilk bakışta kavranması daima güç, bununla beraber son derecede aydınlık olmamıştı.
Atatürk, büyük ve şümullü manasıyla kahramandır. Bu kelimenin manasında gerçek bir vuzuhu, elle tutulacak, gözle görülecek, zaman içinde bir yıldız mahreki gibi nurlu izi takip edilebilecek bir misalin getirebileceği vuzuhu isteyenler onun hayatına bakmalıdırlar.
Kahraman nedir? Eski trajedi, kahramanı kaderle pençeleşen adam diye vasıflandırır. Atatürk bu mücadeleyi kendi nefsi için değil, bir milletin hayatı için yapmış ve ondan muzaffer olarak çıkmıştır. Onun için Türk milletinin milli kahramanıdır. Bugün kendi yurdumuzda hür ve müstakil, yaşama haklarımıza sahip, toplu ve nefsimize karşı saygıyla, güvenle dolu yaşıyorsak bu, onun milletimizin talihine karşı kazandığı zafer sayesindedir.
Bununla beraber bu kadar büyük bir işi ne basit unsurlarla yapar! Onun hayatına bakarken bir daha görüyoruz ki, deha dediğimiz şey, yaratılışın bir ucubesi değil, sadece fanilere nadir bahşettiği bir kudrettir. Gerçekten Atatürk’ün hayatı, vazife duygusunun, memleket ve millet sevgisinin, imanın ve iradenin beraberce ördükleri bir kumaşa benzer. Onu harekete getiren bu büyük zembereklere hadiseleri sezmek ve anlatmaktaki kudretini, büyük realite duygusunu, tasarlama ve yapmadaki o imkânsız denebilecek isabetini, bir de, gerçek manasıyla Şef doğmuş olanlara mahsus şahsi cazibeyi ilave edersek, bize bugünü ve onun nimetlerini hazırlayan, Türk milletine gelecek nesillerin serbestçe çalışması ve kendi imkânlarını gerçekleştirmek için hür ve müstakil bir yurda sahip olmanın emniyetini bahşeden bir hayatın büyük vasıflarını hülâsa etmiş oluruz.
Kahraman kelimesinin manasını duyabilmek için onun hayatını görmek ve üzerinde düşünmek yeter, dedim. Şimdi bu hayatın bir noktasına işaret etmek isterim: Bu deha, etrafındaki olaylarla beraber, adeta bazı panzehirler, insanlığa teselli, ümit ve şifa veren bazı büyük, kurtarıcı fikirler gibi, onların cevherinden doğmuştur, diyebilirim.
Tanınmış bir tarihçi: “Dünya, gömlek değiştireceği zamanlarda hadiseler mukadder bir mahiyet alır” der. İşte Atatürk, bu yolundan şaşmaz kader mahiyetli hadiseleri, daha zengin bir iradeyle, adeta bir milletin yaşama iradesinin tek bir şahısta toplandığına inandıran bir kudretle günü gününe, saati saatine karşılayan, onlarla beraber ölçüleri büyüyen, genişleyen, kudreti artan insandı.
Denebilir ki Atatürk’ün dehâsı, milletine gerçekten hizmet edebilecek bir çağa geldikten sonra, milli hayatı tehdit eden tehlikeler nispetinde büyümüş, gelişmiştir. Hayatına baktığımız zaman, bu hayatın bize önceden çizilmiş bir yol gibi muntazam, sade ve son derecede tabii görünmesinin sırrı buradadır. Asıl olan yaşamak olduğuna göre bir hastalığın, bir âfetin, bir kazanın karşılanması kadar tabii ne olabilir?
Fakat bir an kendimizi tereddüdün, şüphenin ifritine terk ederek kendi kendimize soralım: “Mukadder görünen bir akıbetin bu kadar zamanında, bu kadar isabetli bir şekilde karşılanması kadar insanı şaşırtabilecek ne vardır?”
Ben, Atatürk’ün hayatından bugün için ve yarın için alınabilecek en büyük dersin, ters tarafından sorulmuş sualde olduğuna inanıyorum. Gerçekten Mustafa Kemal’in dehâsı, daima gününün meseleleriyle onların içinde, onların havasında yaşadı. Onu herhangi büyük bir kumandan, büyük ve başarılı bir politika adamından daha üstün, çok üstün, çok yaratıcı yapan şey, bir tek adamın zekâsını bir milletin hayatında bu kadar şümullü bir merhale haline getiren cemiyet meseleleri üzerinde kendi kendisini bu derece teksif etmiş olması, bütün varlığını onların emrine vermesi, şahsiyetini onlarda idrak etmesidir.