Türk Halk Şiiri, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2382, Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 1379, 2011.
Âşık Veysel, Şatıroğlu soyundandır. Bu konuda şöyle demektedir: “Efendim, Şatıroğulları çok... Malatya, Trabzon, Konya’da var. Onlar benim düşünceme kalırsa Türkistan’dan mı gelmişler nedir..?” (Aslanoğlu 1967: 9) Pek çok araştırıcı, Veysel’in doğum tarihinin 1310 (1894-1895) olduğu hususunda hemfikirdir. Ancak onun doğduğu mevsimle ilgili ufak tefek bilgi farklılıkları da vardır.
Onun doğum tarihi halk takvimine göre güz mevsimidir. Bu mevsimde ağaçlar yapraklarını döker, tarlaya tohumu atılır, kışlıklar kilere doldurulur. Ancak, Oğuzcan ve Binyazar’da sözü edilen zamanda bir çelişki vardır. O da güz aylarında koyun sağmaya gitme meselesidir. Bilindiği gibi Veysel’in kendi ifadesiyle sözünü ettiği Eylül ve Ekim aylarında koyun ve keçilerin sağılabilecek miktarda sütü olmaz. Bu nedenle onun doğum tarihini 1894 yılının güz ayları şeklinde vermek istiyoruz.
Âşık Veysel Soyadı Kanunu’ndan sonra aile lakapları olan Şatıroğlu soyadını almıştır.
Yedi yaşında bir gözünü çiçek hastalığından kaybeden Veysel bir süre sonra da diğer gözünü de ahır temizlerken, sarı öküzün boynuzuna kurban vermiştir. Veysel’in oğlu Bahri Şatıroğlu bu durumu Kutlu Özen’e şöyle anlatmıştır:
“Yedi yaşımda (1901) çiçek hastalığına yakalandım. Çok zor günler yaşadım. Canımı zor kurtardım. Çiçek hastalığı yüzünden sağ gözümü tamamen kaybettim; sol gözüme ise perde indi. Babam beni Akdağ Madeni’ndeki bir sağlıkçıya götürüp, sol gözümdeki perdeyi aldırmak istiyordu. Bir gün ağabeyim Ali ile ahıra gittim. Ağabeyim hayvanların altını çalıyor / süpürüyor ben de musuru temizliyordum. Saman artıklarını dökmek için yere eğildim. Eğilmemle birlikte çıtak öküzün boynuzu gözüme saplandı. Bayılıp kalmışım... Gözüm de akıp gitmiş...” (Özen 1998: 12).
Veysel okula gitmemiştir, o bu konuda Kutlu Özen’e şu bilgileri aktarmıştır:
“Artık ilkokul çağlarına doğru idim; ama okul yok ki okuyayım. Okul olsa dahi ben nasıl okuyabileceğim? Yazıyı görmüyorum ki... Şimdiki gibi körler okulu da yok ki babam öküzünü, ineğini satıp göndersin.
Köyümüzde köy imamı Molla Kâhya vardı. Okul çağı gelenler onun odasında toplanırlardı. Kur’an-ı Kerim okurlardı. Ancak Elif Cüzü’nü öğrenebiliyorlardı. Bir de namaz surelerini.
Ağabeyim Ali gelir ‘elif, be, te’ diye sayardı. O zamandan dahi bu kelimeler aklımda yer etmiştir. Zaman zaman öğrendiğim sureleri okurum. Ah şu zamanki devir! Körler okulu var; herkes okuyup yazmayı öğreniyor, körü de sağlamı da herkes memur olabiliyor. Biz bütün bu yenilikleri Gazi Paşa’ya borçluyuz.” (Özen 1998: 11-12).
Âşık Veysel’in gözlerinin kör olması, kendi başına bir iş yapamaması aileyi de düşündürmektedir. Sonunda ona Molla Hüseyin ve Camşıhlı Ali Ağa’dan saz dersleri aldırırlar. Ancak Âşık Veysel bütün uğraşlara karşılık kayıtsız kalır. Veysel hayatta iki şeye çok üzülür; “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı o kadar olur.” (Turan 1994: 16). Âşık Veysel’in dilinin çözülmesi ve onun gün yüzüne çıkmasında Ahmet Kutsi Tecer’in katkısı çoktur. 1931 yılında yapılan I. Sivas Halk Şairleri Bayramı’na Veysel’in dışında 14 âşık daha katılmıştır:
“Bayram üç gün devam etti. Üç gün çaldık çağırdık. Sonra serbestledik. Ahmet Kutsi Bey, işte o geceden sonra “Halk Şairi” olduğumuza dair bize birer kâğıt verdi.” (Bakiler 1989: 9, Özen 1998: 14). O zamanın zihniyeti dolayısıyla elimizde sazla bir kasabaya bile gidemiyorduk. Hem ayıp, hem günah sayılıyordu. Ancak köylerde dolaşıyorduk. Düğün ve eğlence olduğu zaman alıp bizi götürürlerdi. Ayağımızın bağını Ahmet Kutsi Bey çözdü. Elimize verdiği kâğıtla serbestçe dolaşma imkânına sahip olduk.” (Özen 1998: 15-16).
Âşık Veysel bu bayramın dışında, II. Sivas Halk Şairleri Bayramı’na; 28-30 Ekim 1967 yılında yapılan Konya II. Âşıklar Bayramı’na da katılmıştır.
Artık Âşık Veysel’in dili çözülmüştür, o artık usta malı parçaların dışında kendi parçalarını da söylemeye başlamıştır. Cumhuriyetin 10. yılı kutlamaları dolayısıyla, Ağcakışla Nahiye Müdürünün teşviki üzerine bir destan yazarak Ankara’ya gitmeye karar vermiştir.
Âşık Veysel’in âmâ olmasından dolayı ona hayatı boyunca, Kasım, Halil, İbrahim, Küçük Veysel ve oğlu Ahmet yoldaşlık yapmışlardır. Âşık Veysel Sivas ve ilçelerinin dışında daha çok İç Anadolu (Çorum, Tokat, Yozgat, Kayseri, Ankara, Konya vb.) şehirleri ile İstanbul’u gezip dolaşmıştır. Âşık Veysel’in, İstanbul Radyosu’nda yaptığı canlı yayın büyük beğeni toplamıştır. Ancak bu yayının asıl önemi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de onu dinlemesidir.
“Radyo o zamanlar İstanbul’da idi. Yedigün Mecmuası’nın tavsiyesiyle Mesut Cemil’e gittik. Radyoda çalıp söyledik. Biz oradan ayrılınca Atatürk Dolmabahçe’den telefon etmiş. Onlar kimdi, bana gönderin demiş. Fakat bizi bulamamışlar. Bu olay 1933-1935 yılları arasında geçti..” (Özen 1998: 18).
Âşık Veysel, İstanbul Radyosu’nda program yaptığı yıllarda bir de plak doldurmuştur. Kısa bir zamanda plakları çok tutulan Veysel artık her evde, her kahvede, kısacası insanın olduğu her yerde aranan bir âşık olur. Plağa okuduğu ilk türkü ise Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzetî’ye aittir (Turan 1994: 20).
“Türkiye’de sazla plağa ilk türküyü ben okudum. ‘Mecnun’um Leylamı gördüm’ çok tutuldu. Sonra ‘Atatürk’e Ağıt’ da öyle. Kırılırsa bir daha bulamam düşüncesiyle aynı plaktan ikişer üçer tane alan olduğunu duydum.” (Özen 1998: 18).
1950 yılında Âşık Veysel’in hayatını konu alan ve senaryosu Bedri Rahmî Eyuboğlu tarafından yazılan bir film yapılmıştır. Filmin rejisörü Metin Erksan, başrol oyuncuları ise Aclan Sayılgan ve Ayfer Feray’dır (Özen 1998: 19).
Usta malı şiir, doğaçlama söyleme, saz öğretmenliği, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ndeki Onuncu Yıl’la ilgili destan, İstanbul Radyosu’ndaki program derken Âşık Veysel bütün Türkiye’de tanınmıştır. Veysel için Türk Folklor Araştırmaları Dergisi sahibi İhsan Hınçer’in önderliğinde Türk Halk Bilgisi Derneği ve çeşitli basın kuruluşları nın katkılarıyla jübile yapılmaya karar verilmiştir. Bu gecede Ahmet Kutsi Tecer, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Mes’ut Cemil, Eşatun Cem Güney ve Behçet Kemal Çağlar Âşık Veysel’i çeşitli yönleriyle değerlendirmişlerdir. Vedat Nedim Tör, Yaşar Kemal Göğçeli, Ercüment Behzat Lav, Orhon Arıburnu ise Veysel’den birer şiir okumuşlardır (Hınçer 1952: 546).
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’nden öğrendiğimize göre 20 Nisan 1952 tarihinde Âşık Veysel için Ankara’da da “Âşık Veysel Jübilesi” tertiplenmiştir (Hınçer 1952: 528). Âşık Veysel, Sivas Maarif Müdürü Ahmet Kutsi Tecer’in yardımıyla Arifiye (Adapazarı), Hasanoğlan (Ankara), Çifteler (Eskişehir), Göl (Kastamonu), Pamukpı nar (Sivas) ve Akpınar (Samsun) Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapmıştır. Savaştepe (Âşık, Çanakkale demektedir, Balıkesir olması gerekir.), Erzurum, İstanbul, Malatya ve Adana Köy Enstitüleri’nde ise konserler vermiştir. Âşık Veysel, 1965 tarihinde Türkçeyi güzel kullanmak ve millî kültüre hizmetinden dolayı dönemin Cumhuriyet hükümeti tarafından 500 lira maaşa bağlanır. Veysel bu maaşı ömrünün sonuna kadar alır.
Veysel, son konserini 15 Ağustos 1971 tarihinde Nevşehir’in Hacı Bektaş ilçesinde vermiştir. O yıllarda Veysel’in yanından hiç ayrılmayan oğul Ahmet Şatıroğlu bu konseri şöyle anlatır:
“Babam son olarak 15 Ağustos 1971’de Hacı Bektaş Turizm Derneği tarafından çağırılmıştı. İlk günü sahneye çıktı. Salon tıklım tıklım dolu idi. Halk “Toprak” şiirini istedi. Babam da:
‘Sayın seyirciler, zaten bir avuç toprağım var. O da üstümü örtecek, size neyimi vereyim’ dedi. Ve Toprak’ı okumaya başladı; fakat bitiremedi. Sahneden ayrılmak zorunda kaldı. Ertesi sabah hastalandı, bu onun son konseri oldu.” (Özen 1998: 19-20).
Âşık Veysel’in ölümünden sonra Hürriyet Gazetesi’nin açmış olduğu bir kampanya ile 335 bin lira toplanmıştır. Bu paranın 200 bin lirası ile Veysel’in heykeli yapılırken; kalan parayla köyüne elektrik getirilmiş, mezarı yapılmış ve ilkokulun ihtiyaçları karşılanmıştır.
Veysel’in elimizde 170 civarında şiiri bulunmaktadır. Veysel bu şiirlerinde köy enstitülerini, halkevlerini, Atatürk ve Cumhuriyeti, içinde yaşadığı toplumun kültürel değerlerini, Sivrialan’ı, Kızılırmak’ı, tabiatı, okul ve hastaneyi, ayrılığı, gurbeti, eşi ve çocuklarına olan sevgisini, hayatında yer eden önemli devlet adamlarını ve vatan sevgisini işlemiştir. Bu arada zaman zaman taşlama türünde de güzel örnekler vermiştir.
O sadece şiir yazmamış aynı zamanda konserlerinde halk nesrinin de örneklerini vermiştir. “Tebessüm ederken, düşünme” şeklinde tanımlayabileceğimiz, kısa, nesir şeklinde ve bir tipin etrafında teşekkül eden fıkraların en iyi anlatıcılarından birisi de âşıklarımızdır (Şimşek 1993:16-20). Bir âşıklar bayramını baştan sona takip edersek hemen hemen her saz şairinin Nasrettin Hoca, Bektaşî, Temel, Köylü, Yörük fıkralarından örnekler sunduğunu görürüz. Üzerinde durduğu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Âşık Veysel de zaman zaman fıkra, hayvan masalı anlatmış ve çeşitli espriler yapmıştır. Âşık Veysel kibar, beyefendi, karıncayı bile incitmek istemeyen bir ruha sahiptir. Veysel saz meclislerinde ve özel sohbetlerinde de kibarlığından hiçbir şeyi kaybetmemiştir. Elbette âşığın esprilerinde de bu ruh hâli hâkimdir.
1894 yılında dünyaya gelen ve 1973 yılında iki kapılı hanın kapısını kapatan Âşık Veysel, şu veya bu kesimin âşığı değil 70 milyon Türk halkının saz şairidir. Hatta 70 milyonun değil Türk dünyası dediğimiz Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan coğrafyanın, kısacası 300 milyon Türk’ün âşığıdır.