Latifi
Latîfî Tezkiresi'nden.. Hazırlayan: Mustafa İsen.
Latîfî Tezkiresi'nden..
Hazırlayan: Mustafa İsen.
Şairler Tezkiresine Giriş
Osmanlı ülkesinde yetişen bilgili, güzel söz söyleyen -Allah hepsine rahmet etsin- veya başka bir ülkede doğup Türk şairleri yoluna giden şairler, bu tezkireye alınmışlardır. Bunların her biri, şiirin çeşitli tür ve şekillerinin birinde başarılı, bir kısmının kabiliyeti ise bunların hepsine âmildir. Gazel, mesnevi, kaside, rubai, kıta, lugaz, muamma ve nesir alanındaki çalışmalarında kimisi bir sahanın ustası, kimisi de bütününün uzmanıdır. Şairlerin bir kısmı bu şekillerin bazısında söz sahibidir. Hepsinde usta olmak nadiren mümkündür. Nitekim bilge ve beliğ kişiler arasında kabul edilen kanaata göre, Şeyhî mesnevide, Ahmet Paşa kasidede, Necâtî ise gazelde başarılıdır. Bu üç bilgili şair, üç şekilde Osmanlı aydınlarının ve bilginlerinin makbulüdürler.
Beyit:
Öğülmüş ana derler ki öğe ehl
Kabul u reddi nâdânın olur sehl
"Övülen kişiyi medheden ehil ise onun değeri vardır, cahil kişilerin kabulü de reddi de kolay olur."
Ama halkın çoğunda iyi ile kötüyü ayırt etme özelliği olmadığından, büyük şairlerin beyitlerindeki nükteleri anlayamadıkları için övgüye layık olanları yerer, yergiye layık olanları överler.
Temyiz olmaz bilirsin değme şanda
Veli ârif geçinir çok cihanda
"Bu dünyada arif geçinenlerin sayısı çoksa da iyi ile kötüyü ayırt etme özelliği değme kişide bulunmaz."
Bu bilgi ve ayırt etme gücüyle edebiyat mahfil ve meclislerinde iyi şiirden kötü şiiri fark edemeyen cahil, bilgisiz ve hiçbir şeyden haberi olmayan kişiler, nükte dolu zor düğümleri çözüp tam bir cehalet ve bilgisizlikle şairlerin önde gelenlerinin kimini yersiz yere övüp öne geçirmekte, kimini de kötüleyip kabul etmemektedirler. Bu yüzden Osmanlı ülkesi şairlerinin eşsiz şiirleriyle tanınan, halkın dilinde şiirleri ve adları dolaşanlarla, defter ve divanıyla tanınıp şöhret olmamış faziletli şairleri bir tezkirede toplamak gerekti. Böylece bu zümrenin doğru değerlendirilmesi için bu hususta bir kitap yazılması ve her birinin ölçü ve değerinin orada gösterilmesi şart oldu. Bu yolla sanattan anlayan dostların inancı ve bilgili kişilerin oy birliği ile imkânlar ölçüsünde bu şairleri ad ve sanlarıyla bir tezkire hâline getirip şiirde kazandıkları dereceye göre her birinin değer, liyakat, kudret ve yeterliliklerini, birbirlerinden meziyet ve üstün tutulma sebeplerini, edebî sanatların hangisi üzerinde başarılı olduklarını ve ustalık alanlarını belirtmek istedim. Ayrıca her biri ne zaman doğmuştur, nerede yetişmiştir, şiir ve inşa alanında divan, risale, mesnevi ve makale olarak neleri yazmıştır, yazdım diye bildirdiği eserler, kendi telifi, kendi buluşu mudur, yoksa başka bir dilde yazılmış eski şairlerin eserlerinden tercüme, çalıntı yahut iktibas mıdır, bunları araştırdım.
Yazarındır:
Metâına elin dellâl olanlar
Geçinir hâce-i sahib-bidât
"Başkasının malına tellallık yapanlar, sermaye sahibi tüccar geçinir oldu."
Çünkü zamanın, günlerin, gecelerin geçmesiyle bilgisiyle tanınmış pek çok şairin beyit, gazel, şöhret ve eserleri tamamen unutuldu ve adları sanları bu geçici dünyada kaybolup gitti. Bu iş sırasında sıkıntıya girip bir ömür harcadıkları defter, divan, gönül alan mesneviler işe yaramayan kâğıt yaprakları gibi unutulmuşluk köşesinde perişan ve ayaklar altında kalmıştır. Bağışlaması bol Allah'ın yardımıyla o kültürlü ve bilgili kişiler zümresini, unutulan ev köşelerinden, anılma ve anlaşılma alanına çıkardım. Böylece onların adlarını yaşatmak ve anılmalarını, bu tezkire ile, bu yolla duaya mazhar olmalarını istedim. Bu ön söz minvalince her birinin meydana getirdiği eserleri ve yazdığı şiir ve beyitleri çalışıp çabalayarak bir bir buldum. Uzun süre bu eserleri araştırdım, bu iş için koşuşturdum. Türkçede şiir ve nesir olarak yazılmış ne kadar divan, risale, mesnevi ve makale varsa hepsini inceden inceye gözden geçirdim. Uzun bir süre de yaşlı, bilge kişilerden ve edebiyatla ilişkisi olanlardan sorup bazı bilgiler öğrendim. Bilgin sohbetlerinde, beliğ kişilerin toplantılarında mahal ve münasebetle okunan renkli gazelleri, dostların gönül sayfalarında ve kültürlü kişilerin içlerindeki defterlerde yer alan seçkin şiirleri, Osmanlı ülkesi şairlerinin eserleriyle bir araya getirip her birinin güzel matlalarını, beğenilen maktalarını, renkli ve makbul mesnevilerini, zevkle dinlenen manevi beyitlerini, yararlı müfredlerini ve rubailerini, nazik latifelerini, şairlerin birbirleriyle yapılmış olan güzel şakalaşmalarını bu tezkireye yazdım. Her birinin inci saçan yeteneklerinin neticelerini, el değmemiş seçkin fikirlerini bu güzel mecmuaya ve marifet defterine topladım.
AHMEDÎ
-Allah rahmet eylesin-
Sivas'tandır. Murat Han Gazi devrinde boy beyi olan Mîr Süleyman Şah'ın maiyetindeki şairlerden ve o dönemin bilgili kişilerindendi. İskendername'yi adı geçen adına söylemişti. Bu eserde, bâtıni ilimlerden, afaki ve enfüsi teşbih ve temsil ile geometri, astronomi, yıldızlar ilmi ve hikmetten çok mana ve marifeti bir araya getirip kullanmıştır. Ama şiirinde pek o kadar zerafet, söz ve ifadelerinde hemen hiç güzellik yoktur. Rivayet edilir ki adı geçen kitap, Ahmedî tarafından yazıldıktan sonra çağının ileri gelenlerine sunulmuş ve hiç kabul görmemiş. Bu tarz şiirle bir kitaptansa fazlalıklardan arındırılmış bir kaside tercih edilirdi, demişler. O da bu ayıplamadan kırılıp gücenerek büyük bir üzüntüye kapılmış ve bu kızgınlıkla kendisine bir hastalık arız olup sıhhati bozulmuş. Meğer o sırada merhum Şeyhî ile aynı odayı paylaşan yakın dost imişler. Olan biteni Şeyhî'ye anlatmış ve böyle bir kitaptan bir temizce kaside daha iyi olurdu, demelerini ona nakletmiş. Bunun üzerine Şeyhî, o gece Ahmedî adına duruma uygun bir muhayyel kaside meydana getirmiş. Ertesi gün Ahmedî, o bir gecelik kasideyi alıp erkâna gelmiş. Kaside ileri gelenlere arz edilince bunlar şiiri büyük bir dikkatle gözden geçirmişler. Görmüşler ki kaside beyitleri ile kitaptaki şiirlerin pek bir münasebeti bulunmuyor, lafız ve mana bakımından ise aralarında hiçbir benzerlik yok. Eğer bu kaside seninse o kitap senin değildir, eğer kitap seninse kaside senin değildir deyip aralarında aşırı bir farklılık yokken iki edebiyatçının şiirlerini birbirinden ayırıp seçmişler. Meğer o zamanın ileri gelenleri, şiirden anlayan nüktedan kişiler, anlama aşina ve izan sahibi insanlar imiş.
Böyle zamanlar aydın kişilerin en mutlu anı ve bu gibi ulular marifet sahiplerinin saadetidir.
Ahmedî'nin Mîr Süleyman adına mürettep divanı, çok sayıda kaside, terci ve gazeli vardır. Şiir üslubu Şeyhî tarzına yakın ve ilk dönem şairleri vadisinde, Farsçadan tercüme, didaktik özelliktedir. Bu birkaç matla onundur.
Matla:
Fikr eyle mebde'in neredendir nedir me'âd
Hem geldiğinden işbu makâma nedir murâd
"Geldiğin ve gidilecek yerin neresi olduğunu bir düşün, ayrıca bu makama gelişinin sebebi nedir onu da."
Bî-bekâdır bu menzil ey ahbâb
Fettekullâhe ulu'l-elbâb
"Ey dost, bu menzil sonludur, geçicidir. Ey akıl sahipleri, Allah'tan korkunuz!"
Bu beyit de İskendername'sindendir.
Hâr-puştun hâr saklar cânını
Nermlik döker semûrun kanını
"Kirpinin canını dikenler korur, yumuşaklık ise samurun ölümü olur."
Aynı anlama gelen bir başka beyit:
"Savaş ve barış yerinde gereklidir, gül yerinde gül, diken yerinde diken."
Selman ile Zahîr'in kasidelerinin çoğunu Türkçeye çevirmiş, yine tıp alanında Mesâil-i Kanûn-ı Şifâ'yı manzum olarak tercüme etmiş ve muteber bir kitap yapmıştır. Sözün özü, şiiri ehliyetine, gazelleri marifetine göre değildir.