Bilim ve Teknik, Ocak 2003.
Yaşamın varlığının ve sürekliliğinin temelinde, kendini tekrarlayabilmesi (çoğalabilmesi) yatar. Tek hücreler bölünerek; bitkiler tohum üretip yeni bitkiler yetiştirerek; kuşlar ve sürüngenler yumurtlayarak; memeliler canlı bebekler doğurarak çoğalırlar. Çoğalma, bütün bu değişik şekillere karşılık, molekül düzeyinde hep aynı planı uygular: Kısaca DNA (deoksiribo-nükleik asit) dediğimiz ince uzun bir polimer, çoğalma sürecini denetler. DNA molekülleri, yakın akrabaları RNA (ribo-nükleik asit)le birlikte, ana organizmaya ve yeni oğul organizmaya, işlevsel olarak nasıl ‘yaşayacaklarını’ da ‘söyler’. Bu iki temel molekülün çalışma ilkelerini yakın incelemeye almak, diğer dünyalardaki yaşam şekillerinin nasıl işleyebileceği konusunda bize önemli ipuçları verebilir. Her ne kadar Dünya dışı canlıların biz Dünyalılara benzer ya da aynı olmalarını beklemiyorsak da, onlarda da benzeri fonksiyonların gerçekleştirilmesi gereği olsa gerek.
Yeryüzündeki hayata ait birleştirici özellikleri şöyle özetleyebiliriz.: Bütün canlılar DNA ve yakın benzeri olan RNA molekülleri içerirler. Bu polimerler, kopyalama ve çoğalma işlemleri için temeli oluştururlar. Ancak, çoğalma ve kopyalama, canlı hücreler dışında gerçekleşemez. Bu nedenle, en küçük canlı birim ‘hücre’dir. Bütün yaşam şekilleri, nükleik asitlerin taşıdığı ‘bilgi’ye dayanılarak amino-asit-monomerlerinden oluşan polimerler, yani proteinler içerirler. Proteinler, canlı hücrelerin yapı ve işlevlerinden sorumludurlar. Diğer bazı polimerlerse besin (karbonhidratlar), enerji taşıma ve depolama (yağlar) işlevlerini gerçekleştirirler ve molekülleri hücreler halinde organize eden ‘zar’ların (lipidler) temel bileşkelerini oluştururlar.
Yaşamın yeryüzündeki öyküsü, burada değinme olanağı bulamadığımız çok renkli ve göz alıcı bir birikime sahip. Bu olağanüstü sürecin gizemi üzerindeki perde oldukça aralanmış ve bilim bu yönde çok önemli başarılara imza atmış bulunuyor. Yaşamı oluşturan temel moleküler yapı hakkında giderek yükselen bilgi düzeyimiz, bu yapının kimyasal temelde oluşum ve işlevlerini anlamamızı olanaklı kılıyor. Kimya’nın, temelde gelişkin bir ‘uygulamalı fizik’ dalı olduğunu hatırlarsak, fiziksel kuramlarımızın kısa bir süre sonra, yaşamla ilgili oluşum ve süreçleri de kapsamı alacağını ileri sürebiliriz!.
Ulaşılan noktada, yaşamla ilgili karmaşık biyolojik yapının altındaki dikkat çekici basitlik, moleküler düzeydeki anlaşabilirlik ve birlik (yeryüzündeki yaşamın bir tek kökenden ortaya çıkışı ve evrim yoluyla yeni ve daha ‘yüksek’ merhalelere ulaşabilmiş olması), yaşamla ilgili bütün gizemlerin bilimsel yöntemle çözülebileceğini ortaya koymakta. Dahası, bu temel süreçlerin, ve onları takriben evrim ve gelişmenin, benzeri yıldız ve gezegen sistemlerinde oluşacak ortamlarda tekrar tekrar ortaya çıkması ve her seferinde yeryüzündekinden farklı bir yol izleyerek farklı sonuçlara ulaşması, beklenebilecek en doğal sonuç. Örneğin, başka gezegenler üzerinde, 20 yerine 15 ya da 25 amino asit kullanılan bir yaşam biçimi düşünebiliriz.