Geleneksel en eski oyunlarımızdan, tipleri ve bölümleriyle Karagöz'e benzeyen; ancak seyircilerin çevrelediği bir alanda oynayan Ortaoyunu'nun iki önemli kişisi vardır: Pişekar ve Kavuklu. Pişekar, Karagöz gibi sağduyulu, gerçekleri sezebilen bir halk adamı; Kavuklu ise, Hacivat gibi bilgiç geçinen, bu yolla üstünlük kurmaya çalışan bir kişidir. Oyundaki gerilim, bu karşıt iki kişinin çatışmalarıyla gelişir. Söz oyunları, yanlış anlamalar, tekerlemeler... gülünç öğelerdir.
Geleneksel Türk Tiyatrosu'nu inceleyen yazarlarımızdan Metin And, Meddah ile bu oyunların tanıtılması, yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi konularında şunları söylüyor:
"Meddah, bir anlatı (hikaye etme) türü olması bakımından Karagöz ve ortaoyunu gibi dramatik türlerden ayrılırsa da, anlatı bölümlerinin aralarına söyleşmeli, taklitli, kişileştirmeli kesimler yerleştirildiği için o da kolaylıkla dramatik türden sayılır. Günümüz tiyatrosu da sahne üzerine tek kişili oyunlar çıkarmak ustalığını sık sık denemiyor mu?"
"Bugün bu oyunlar çağlarını kapatmışlar, ortadan silinmişlerdir. Bu oyunların diriltilmesi, canlandırılması, yeniden toplumun malı yapılması zaman zaman yazarlarımızı, düşünürlerimizi ilgilendirmiş konulardır. Bir yandan da kimi yazar ve düşünürler bunların artık çağını doldurmuş, eskimiş, bugünkü toplumun gereksinmelerini (ihtiyaçlarını) karşılamayacağını ileri sürmüşlerdir...
Tanzimat'ta Batı tiyatrosunun "Türkiye'ye girişiyle Ortaoyununun gelişmesi yakın bir koşutluk (parelellik) gösterdiğinden ilk yazılan oyunlarda Batı taklitçiliği yerine geleneksel tiyatromuzla, Batı tiyatrosundaki yazılı metin anlayışı arasında bir bileşime varılmış olunsaydı Türk ulusal tiyatrosunun temelleri daha o zamandan atılmış olacak ve günümüze değin büyük bir gelişme gösterebilecekti..."
Şimdi "özellikle Karagöz ve Ortaoyunu bakımından karşımıza birbirinden ayrı üç yol çıkıyor. Bunların her üçü de ayrı ayrı uygulanmalıdır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
1. Bu oyunları hiç değiştirmeden müzelik değerleriyle saklamak. Yaşayan ustalar yoluyla yeni çıraklar yetiştirmek; müzeler halılar, kitaplar, gümüşler, giyim kuşam-eşyaları nasıl saklanıyorsa bunları da kendilerine ayrılmış bir tiyatroda ve devlet yardımıyla öyle yaşatmak. Geleneksel seyirlik oyunlar gerek Doğu gerek Batı ülkelerinde olduğu gibi nasıl yaşatılıyorsa, bugün Cava'ya veya Japonya'ya giden bir turist Wayang kulit veya Bunraku kukla oyununun eski biçimiyle nasıl seyredebiliyorsa, bizde de Karagöz'ü, Ortaoyunu'nu ulusal bir değerimiz olarak korumak bir ödevdir. Aslında bunda çok geç de kalınmıştır...
2. Bu oyunları kendi olanakları içinde, yani Karagöz'se perdede ve saydam görüntülerle; Ortaoyunu ise meydana, kendine özgü oynanış tekniği içinde çağcıllaştırma (çağın gereklerine uyma). Bu oyunların üslubunu, havasını, yöntemlerini koruyarak yeni bir dille, yeni konu ve kişilerle canlandırma. Burada bu oyunların geçici ve kalıcı öğelerinin anlaşılmasında, bu oyunların göstermeci, gerçeği üsluplaştırıcı ve açık biçim gibi, öğelerini bugünün gereksinmelerine uygun yenilikler sunmak. Sinemanın, televizyonun gelişmesi bu eski oyunlar için ilgiyi azaltmayacaktır. Bu oyunların üslubu korunursa, havası bozulmaz, günümüz seyircisi bunları canlı bir ilgiyle seyredecektir...
Sinemayı, televizyonu tanıyan günümüz seyircisinin gene de gölge oyununun büyüsüne kendini kaptırdığına tanık olmuştum. Yalnız özde değil, fakat teknikte de yenilikler yapılabilir. Görüntüler deri yerine asetat, gelatin, cirnothene gibi kağıtlardan, bunlar için özel boyalardan, ışık, ses etmenleri (faktörleri) gibi yeniliklerden yararlanılabilir. Arena Tiyatrosu topluluğunun sahneye koyduğu ve özellikle Münir Özkul'un büyük başarı gösterdiği Kanlı Nigar denemesi, çok az yeniliklerle geleneksel tiyatromuzun günümüz için de geçerliliği olduğunu göstermiştir.
3. Kendi ulusal tiyatromuza varmak için geleneksel tiyatromuzun temel öğelerinden, yönteminden ve üslubundan yararlanarak yeni yaratışlara yönelmek. Günümüzde yüz yıldır Batıyı taklit etmekten bir sonuç alınamayacağı anlaşılmaya başlanmış, gitgide kendi özümüzü, değerlerimizi araştırmak, bize özgü deyişi aramak bilinci uyanmıştır. Ancak, bu bilinci yönelmek gene Batı'yı izleyerek olmuştur. Batı tiyatrosu yitirdiği 'oyun' öğesini, homo ludens'i yeniden arayıp bulmaya yönelmiştir. Gitgide usa daha çok yönelen, hep düşünce arayan Batı tiyatrosu, felsefecinin, toplumbilimcinin, politikacının, ruhbilimcinin tiyatrosu olmaya yönelmiş. Tiyatronun temel anlayışından uzaklaşmıştır. Batı bu eksikliğini Doğu tiyatrosunda bulmuştur."