Servet-i Fünûn 1910: 227.
Şimdiye kadar memleketimizde edebiyat kelimesinin haiz olduğu ehemmiyeti halka ifham eden (anlatabilen), tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki, pek az kimse gelmiştir. Tarih-i edebîmizi (edebiyat tarihimizi) tetkik edersek en parlak devirlerde bile edebiyatın bütün ihata-i manasıyla (geniş anlamıyla) anlaşılıp anlatılmadığını görürüz. Onun için bizde sanat ve edebiyat, daima boş vakitlerin bir hemdem-i latifi (güzel bir arkadaşı) olmaktan fazla bir ehemmiyet almamış ve bunların nasıl terbiye-i hissiyenin tekâmülüne (duygu terbiyesinin gelişimine) hizmet etmek tarikiyle (yoluyla) bir milletin pişvâ-yı terekkiyâtı (gelişmesinin önderi) olduğu takdir edilmemiştir. Edvar-ı kadimden (en eski devirlerden) ayrılıp asr-ı hazıra (günümüze) doğru gelince yavaş yavaş suret-i telkinin (telkin şeklinin) bir istihaleye (değişime) uğradığını görüyoruz. Kemal Bey ve hem-zamanları (çağdaşları) birçok münasebetle bu husustaki fikirlerini söylemişlerdir. Kemâl Bey’in “Edebiyatsız millet, dilsiz insan kabilindendir” sözü meşhurdur. Fakat efkâr-ı umumiyenin (kamuoyunun) anlamaktan ve anlamak için hiç bir rehber-i hayırkâr ve ciddi (hayırlı ve ciddi bir rehber) bulamamaktan mütehassıl (doğan) lakâydîsine (umursamazlığına) böyle bir cümlenin devâsâz (çare) olması elbette mümkün değildir.
Bu zamana mahsus edebiyatların da bu hususta hidemâtı (hizmetleri) görülmekle beraber Osmanlı efkâr-ı umumiyesinin (kamuoyunun) bu rehberi kat’i surette bulduğu tarih, itiraf etmeli ki, Edebiyat-ı Cedide’nin genç ve faâl zekâlarının Servet-i Fünûn sahifelerinde ilk tesis-i meslek ettikleri zamana tesadüf eder. Bu heyet-i edebiyenin (edebî heyetin) erkânı, o mecmuanın sahifelerinde muhitini tenvir eden bir manzume-i muzîe (ışık veren, parlayan munzume/beraberlik) vazifesini görüyordu. Fakat hükümetin gittikçe artan zulmü onların kalemlerine ilk darbe-i anif ü kahhârı (sert ve kahredici darbeyi) indirdi. Ve bunlar ilerde tekrar toplanmak ümidi ile dağılıp gittiler. Hürriyetin ilanıyla yeniden ziyalarına intizar edildiği (ışıkları beklenildiği) zaman ise pek az istisnaî ile artık onlar eski melike-i hayalleri (hayallerinin melikesi) olan sanat ve edebiyata karşı bir sehâb-ı lâkaydîye (umursamazlık bulutuna) bürünmüştür. Bunu söylemekle bizden evvel gelenlere itiraz arzusunda değiliz. Zira onların edebiyatımıza ettikleri hizmeti takdir etmemek herhalde kadir-şikenlik (kadirbilmezlik) olur. Biz onlara mazi-i meslekleri için teşekkür ile hal ve istikbale atf-ı nazar edeceğiz (bakacağız).
İşte bu istikbale bakmak azim ve niyetiyle Fecr-i Âtî teşekkül ediyor. Fecr-i Âtî azası kendilerine herkesten ziyade edebiyat-perest ve azim-perver olmaktan fazla bir kıymet ve ehemmiyet atfetmek cesaretini almamakla beraber temelini attıkları müessesenin bu beyâbân-ı ilim ve edep (ilim ve edebiyat çölü) içinde bir sâye-zâr-ı zümürridîn (yemyeşil bir gölgelik) olmasına intizâren (bekleyerek) şimdilik Avrupa’daki emsâlinin (benzerlerinin) küçük bir numunesini temsil ve irae etmesine (göstermesine) çalışacaklardır. Lisanın, edebiyatın ulûm-ı edebiye ve içtimaiyenin (edebiyat ve toplum bilimlerinin) terakkisine (ilerlemesine) hizmet etmek, ayrı ayrı şurada burada tenemmüv eden (gelişip büyüyen) istidatları sinesinde cem ederek (toplayarak) İttihat ve içtimaın (beraberliğin ve bir araya gelmenin) hasıl edeceği (doğuracağı) kuvvetle tekemmüle (olgunlaşmaya), müsademe-i efkârın (fikirlerin çarpışmasının) parlatacağı barika-i hakikatle tenvir-i efkâra (hakikat şimşeği ile fikirleri aydınlatmaya) çalışmak: İşte Fecr-i Âtî’nin gaye-i azim ve meramı (gayretinin gayesi ve istediği)!
Fecr-i Âtî azasının semerat-ı mesaisini (çalışmasının meyvesini) ihtiva edecek bir kütüphane, teessüs etmek (kurulmak) üzeredir. Edebiyat-ı Cedide’nin parlak zekâlarına da matla-ı envar (nurların doğacağı yer) olma meziyetini haiz olan Servet-i Fünûn mecmuası nâşir-i âsârıdır (eserlerinin yayımcısıdır/yayın organıdır).
Bundan başka memleketimizin terakkiyât-ı fikriye ve hissiyesini (fikrî ve hissî yükselmesini) temin edecek âsâr-ı mühimme-i Garbiyeyi (Batı’nın mühim eserlerini) kendi azasına ve mükâfâtlı müsâbakalarla (ödüllü yarışmalarla) hariçten intihap olunacak (seçilecek) zevata (kimselere) tercüme ve neşrettirmek, umûmî konferanslar vererek halkın seviye-i zevk-i edebîsinin i’lâsına (edebî zevk seviyesinin yükselmesine), hudûd-ı malûmâtının tevsiine (bilgi hudutlarının genişlemesine) çalışmak, memâlik-i Garbiyedeki müessese-i mümâsile (Batı ülkelerindeki benzer kuruluşlar) ile tesis-i revâbıt ve münasebât ederek (ilişki ve bağları geliştirerek) memleketimizin tenemmüvât-ı edebiyesini (edebî gelişmesini) Garb’a, Garb’ın envarını âfak-ı fiark’a nakledecek metin ve ulvî bir nâkil vazifesini görmek, Fecr-i Âtî’nin cümle-i âmâlindendir (emellerindendir).
Tanzim ve hükümete ita olunan (sunulan) nizamnamenin bir sureti yakında neşrolunacaktır.
Efkâr-ı münevvere ashabının (aydınlık fikir sahiplerinin) bu teşebbüs-i hayrı (hayırlı teşebbüsü) bir nidâ-yı teşçî ve takdir (beğenme ve gayretlendirme ünlemesiyle) ile karşılayacağına eminiz. Çünkü acı bir itiraf olmakla beraber söylemekten çekinmeyiz ki, memleketimizin ilme, sanata ihtiyacı pek şedittir (çok şiddetlidir). Bu ihtiyacı telâfi için atılacak en küçük adım, rehâya, i’tilâya doğru atılmış demektir; ve bundan mahrum olmak muazzez (çok sevgili) vatan için elîm (elem verici) bir öksüzlüktür.”
Fecr-i Âti Encümeni Edebîsi namına kâtibi
Müfit Ratip
Encümenin a’zâ-yı hazırası:
Ahmet Samim, Ahmet Haşim, Emin Bülent (Serdaroğlu), Emin Lâmi, Tahsin Nahit, Celâl Sahir (Erozan - reis), Cemil Süleyman (Alyanakoğlu), Hamdullah Subhi (Tanrıöver), Refik Halit (Karay), Şahabettin Süleyman, Abdülhak Hayri, İzzet Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Ali Sühâ (Delilbaşı), Faik Âli (Ozansoy), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Behçet (Yazar), Mehmet Rüştü, Köprülüzâde Mehmet Fuat (Köprülü), Müfit Ratip, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu).