Antropoloji, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1761 Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 912, 2007, Eskişehir.
Doğu mistisizmi; yaşarken azla yetinme, çile çekme, başka canlılara zarar vermeme gibi erdemleri gözetmeyi, bu erdemlerle yaşanan bütünlüklü bir hayatın ödülünün ise yeniden insan olarak hayata gelmek olduğunu öne süren çeşitli inanç sistemlerinden oluşur. Bunlar mistik ve ahlakçı sistemlerdir. Tek tanrılı dinlerin, insanı n doğa üzerinde mutlak egemenliğini meşru kılan ve insanı yaratılmışların en değerlisi olarak gören genel tasavvurunun aksine, Doğu mistisizminin temelinde insanın da doğanın bir parçası olduğu, insanla diğer canlılar arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığı fikri yatar.
Bu mistik dinlerin başında Budizm yer almaktadır. Esasen kast sisteminin katı tabakalaşmasına bir tepki olarak doğan ve hayatın temelinin acı olduğunu söyleyen Budizm’de hedef, insanın nirvana’ya (acıdan mutlak kurtuluşa) ulaşmasıdır. Bu yolculukta insan dört gerçekle yüzleşmelidir. Önce insan hayatın temelde düş kırıklığı ve acıdan ibaret olduğunu kavrayacaktır. Ardından acının temelinde insanların haz, iktidar ve sürekli var olma hırsının yattığını öğrenecektir. Üçüncü aşamada acıdan kurtulmak için arzudan uzaklaşmak gerektiğini görecek ve dördüncü aşamada bu uzaklaşmanın ancak doğrulukla mümkün olduğunu anlayacaktır. Budizm Doğu Asya’daki en yaygın inanç sistemidir. Japonya’da, Kore’de, Çin’de, Moğolistan’da, Hindistan’da, Sri-Lanka’da ve Güneydoğu Asya ülkelerinde yaygındır.
Doğu Asya’nın ikinci büyük inanç sistemi olan Hinduizm’de ise mutlak kudret sahibi tek tanrı ve ibadet fikri reddedilmiştir. Bunun yerine bir tanrılar birliği (panteon) söz konusudur. Hinduizm, bir tür boyun eğme (tevekkül) ve kabullenme (darma) vaaz eder. Herkes içine doğduğu toplumsal tabakadan (kasttan) kaynaklanan statüyü kabul edip bunun gereklerini yerine getirmelidir. Asıl ibadetin bu olduğu düşünüldüğünden Hinduizm’de ayinsel ibadet biçimleri çok küçük bir alanı işgal etmektedir. Bunun yanı sıra ruh göçü inancı da Hinduizm içinde temel bir yer tutar. Biri öldüğü zaman onun ruhu başkasının bedenine girer. Böylece ortaya süreklilik arz eden bir doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğum döngüsü çıkar. Kişinin iyi ve kötü davranışlarının toplamı (karma) onun nasıl bir bedende yeniden canlanacağını belirler. Ruh göçünün sonunda aydınlanma adı verilen bir kurtuluş vaat edilir.
Doğu Asya’da yaygın olan ve bir dinden çok doğru yaşamaya ilişkin birer dünya görüşü olarak kabul edilebilecek Konfüçyusçuluk ve Taoculuk, Doğu mistisizminin en önemli öğretileri arasında yer alır. Bunlar inanç ve ibadetten ziyade ahlak öğretilerine dayanır. Bu ahlak öğretileri bir yaşam biçimi öngörür. Konfüçyusçulukta erdem, yüce gönüllülük ve sevgi gibi temel temalar vardır. Bu temalar, bir bütün olarak insanın doğasında mümkündür. Dolayısıyla asıl mesele bu doğayı dünyevi hayat içinde açığa çıkaracak terbiye ve işlemlerin bilinmesi ve buna göre yaşanmasıdır. Açığa çıkarma işleminin en önemli evresi içgörüdür. Kişi içine döndüğü, dolayısıyla dünyevi zevk ve hazlardan uzaklaştığı ölçüde doğasının bu temel özelliklerini bulabilecektir. Taoculukta ise mistik ve metafizik yönler daha büyük ağırlık taşır. Burada insanın içgörü yoluyla kendine dönmesinin yerini, kendisini yetiştirmesi alır. Bu yetişme sırasında insan kendisini bilecek, böylelikle evreni de bilebilecek ve onunla bütünleşecektir. Doğanın bilgisi ve birliği ancak evrenin küçük bir modeli olduğu düşünülen insanın kendi doğasını denetlemesiyle kavranabilir. Bunun yolu meditasyondur. Weber’e göre, Konfüçyusçuluk, entelektüellerin ve üst sınıfların öğretisi iken Taoculuk Çin köylüsünün dinidir.
Doğu mistisizmi, tek tanrılı dinleri de etkilemiş ve onların içindeki tasavvuf eğilimlerini beslemiştir. Örgütlü ve kitabi dinler, sınırları keskin biçimde belirlenmiş inanç ve ibadet tarzlarını ödünsüz olarak insanlara tebliğ ederken onların içinde doğan tasavvuf hareketleri insanın kendisini tanımasını ve dünyevi hayattan elini eteğini çekerek ilahî olana ulaşmasını sağlayacak kişisel ve toplu deneyimler önerir. Kitabi olanın insanı yabancılaştırmasına karşılık, bu yolla yabancılaşmanın ve tanrı ile insan arasındaki aracıların aşılması mümkün olacaktır. Dinlerin kitabi biçimde tebliğ edilmiş, sınırları belirlenmiş yorumuna ortodoksi, bu yorumun dışına çıkarak kişisel deneyimlere yer açan ve ahlaki ve mistik arayışlara girişen uygulamalara da heterodoksi adı verilir.