Atatürk İlkeleri Işığında Opera Müzik Bale Sanatı Dünü Bugünü Yarını, Açık Oturum Konuşma Metinleri
Atatürk İlkeleri Işığında Opera Müzik Bale Sanatı
Dünü Bugünü Yarını,
Açık Oturum Konuşma Metinleri
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Efendim, Sayın Tamer Aykut'un tanımladığı "Sanat" kavramıyla ilgili satırları okuyarak başlamak istiyorum. "Sanat, yumuşak ve zariftir. İnsanın içinde filizlenen, yeşeren ve solandır. Bu yapısının doğal sonucu olarak, hür ve bağımsızdır. Barıştır, sevgidir ve zaman zaman doğrular ve güzellikler adına, eleştiridir."
...
Ben konuşmacılardan özellikle -tabii ki tarihten ders almadığımız ve iyi irdelemediğimiz zaman, geleceğe dönük kararlarımızda hatalar yapabiliriz ama- bugünkü açık oturumda, geçmişle çok fazla hesaplaşmaktan ziyade, daha çok ileriye dönük olarak neler yapmamız, nasıl katkıda bulunmamız gerektiği konusuna değinmelerini rica ediyorum. Konuyu kavramsal ve kurumsal olarak ele almamızda yarar olduğunu görüyorum. Yani, küçük veya yerel belli sahnelere, belli dönemlere ilişkin belli olaylar üzerinde değil; daha kucaklayıcı, daha genel ve Türkiye'de opera sanatının gelişmesine yönelik olarak hem kurumsal yani şu anda devletin kurumu olan Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve diğer sahneleri hem de kavramsal olarak ele alıp konuyu kucaklamamızın yararlı olacağını düşünüyorum ve ilk sözü bu kurumun Genel Müdürü olan Sayın Hasan Hüseyin Akbulut'a vermek istiyorum. Buyrun Sayın Akbulut.
Hasan Hüseyin AKBULUT: Teşekkür ederim. Sayın Başkanım, Sayın Müsteşar Yardımcım, Konservatuvar Mezunları Derneğinin Sayın Genel Başkanı! Ben öncelikle kutlamak istiyorum sanat konularını, çeşitli sanat alanlarını; operayı, baleyi, müzik kurumlarını, tiyatroyu böyle bir platformda tartışmaya açmak düşüncesi için kutluyorum ve teşekkür ediyorum. Konu tabi çok boyutlu. Bir de başkanımızın konuşmaların birinci bölümü için koyduğu 10'ar dakikalık sınır olunca iyice daraltmak gerekiyor. Onun için; belki, düşündüklerimizin hepsini söyleyebilme imkânımız olmayacak ama konuyu derleyip toparlamak istiyorum. Bir kere, tartışmalar var, belli düşünceler var. Bunlar her gün önümüze geliyor. Opera, bale nedir ve insan yaşamında yeri nedir? Birinci soru bu.
İkincisi opera ve balenin bizim kültürümüzdeki yeri ne? Yani başka bir kalın çizgiyle; milli kültür, evrensel kültür tartışması. Kısaca bunları açıklamak ve tarihsel süreç içinde bugün ve sorunlara değinmek istiyorum. Günümüzün çok önemli bir düşünürünün yazdıklarından küçük bir özet sunmak istiyorum. Yeni bir dünya tasarlarken hatta günümüz politikacılarına hedef gösterirken iki türlü maldan söz ediyor ve bununla ilgili iki güdüden söz ediyor. Birincisi; kişisel mülkiyete konu olan mallar. İşte; ev, araba, arsa, elbise... Bugün Türkiye'de çok konuşulan konular. İkincisi de kişisel mülkiyete kullanılmayan, herkesin kullandığı, bütün toplumun ortak malı. Bunları "Bilim ve Sanat" olarak belirtiyor, iki temel güdü olarak. Birincisinde diyor ki: Bir şeye sahip olmak istiyorsanız, üretim yeterli olmadığı için, para yeterli olmadığı için, mutlaka birisinin zararına bunlara sahip olabilirsiniz ama ikincisinde, kullandıkça paylaştıkça o çoğalır. Bilim ve sanatla ilgili böyle bir tanımlama yapıyor. Ve insanlarda bunlara sahip olmayla ilgili iki temel güdüden bahsediyor. Birincisi ;"mülkiyet güdüsü", ikincisi; "paylaşılmayan, özel yaratıcı güdüler". Ben, yeni dünyayı kurarken mülkiyet güdülerinin azaltıldığı, törpülendiği; yaratıcı güdülerin sivriltildiği bir dünya düzeni düşünüyorum.
Devlet Opera ve Balesi son yıllarda bütün sıkıntılarına karşı, -ki onları ikinci turda anlatmak istiyorum, bütçemiz nedir, kadro durumumuz ve sorunlarımız ve çözümleri nelerdir?- şunu söylemek isterim ki; bugün, Türkiye'de en fazla çalışan sanat kurumudur ve bununla gurur duymalıyız. Ben bununla övünüyorum. Ankara, İstanbul Müdürlüklerimizin ayda yaptıkları temsil sayısı, -ki bunun ne kadar doğru olduğunu da irdeleyeceğiz- 20'nin üzerindedir. Bazı aylar 26'ya varan etkinlik yapmaktadırlar. Yalnız, acaba niteliği ön planda tutarak bu sayıyı azaltmalı mıyız diye de zaman zaman düşünüyorum. Birinci tur konuşmamı burada noktalamak istiyorum. Sorunlarımıza, sorunlarımızın çözümlerine, ileride nasıl bir opera olması gerektiği konusundaki görüşlerime ikinci turda değinmek istiyorum.
Şefik KAHRAMANKAPTAN: 13 Haziran'ı iple çekiyorum çünkü, o tarihte Aspendos'ta olacağız. Bundan 4 sene önce "Aida" operası, Ankara'nın prodüksiyonu olarak Aspendos'un açılışında yer almıştı ve o zaman eserde rol alan Sayın Nilgün Akkerman binlerce kişinin büyük beğenisini toplamıştı. Ben şimdi sözü Sayın Nilgün Akkerman'a vermek istiyorum ve diyorum ki; Bu sene Aspendos gene "Aida" ile açılıyor ve eserde siz de oynuyorsunuz. Antep Operası iki veya üç sene sonra faaliyete geçmiş olursa orada da Antepliler sizi dinleyebilecekler mi?
Nilgün AKKERMAN: Benim kişisel olarak orada bir konser vermem veya "Aida" ile gidip oynamamız çok kolay. Benim asıl başka endişelerim var. Uzun bir geçmişi olan Ankara Operası'nın, İstanbul Operası'nın ve İzmir Operası'nın o kadar eksiklikleri var ki... Teknik imkânlar olarak dökülüyorlar. Her şey çağdışı ve istediğimiz her oyunu oynama imkânına sahip değiliz. Yeni kurulacak operalar'a sevinmekle birlikte, oralarda neler olacak, neler yapılabilecek diye de ciddi endişeler taşıyorum.
Ankara Operamızın eksiklikleri var. Avrupa'daki opera binalarıyla karşılaştırdığımız zaman bu eksiklikleri çok daha açık olarak görebiliyoruz. Çünkü ilk yapılırken opera binası olarak yapılmamış. Böyle sorunlarımız çözüm beklerken yeni operaların açılacak olmasını sevinçle ama aynı zamanda endişeyle karşılıyorum. Gönülden isterim ki yeni operalarımız en az eksiklerle açılsınlar, oralarda "Aida" gibi büyük eserler oynasın. Tabi, o yörelerdeki seyircilerin ilgileri ve tepkileri neler olacak onu henüz bilmiyoruz. O konu şimdilik muamma. Mesela bazı eserler izleyiciye ağır gelebiliyor, bazıları ise çok hafif bulunabiliyor. Mesela; Van'da daha kolay anlaşılabilsin diye küçük operetler oynanabilir. Bütün bunlar şimdilik bir bilmece, deneye deneye en doğru yol bulunacaktır. Beş yeni opera biriminin açılacak olması tabi ki olağan dışı bir durum. Antalya için bir endişem yok. Oranın izleyici potansiyelinin hazır olduğunu düşünüyorum.
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Efendim Sayın Akkerman'a teşekkür ediyorum ve sözü genç değerli orkestra şefimiz Sayın Naci Özgüç'e bırakmak istiyorum.
Naci ÖZGÜÇ: İçinde bulunduğumuz ortamda, yani opera bale sanatları gibi diğer tüm batı sanatlarının toplumsal gerekliliğinin bile tartışılmaya zorlandığı şu ortamda, sanat adına atılacak en küçük bir adımın bile fonksiyonel önemini tartışmak yersiz. Hele hele bu sanatların yokluğunun bir eksiklik yaratmayacağı bir toplumda bu işi sürdürmeye çalışmak, çok önemli bir ikinci misyon yüklüyor omuzlarımıza. Bu da bizi alkışlayacak veya eleştirecek kitleleri kendimizin yaratması sorumluluğu. Çünkü yaptığımız iş maalesef çok büyük kitlelere hitap edemiyor. Kasetimiz yok ki satış rakamlarından ne kadar başarılı olduğumuzu anlayalım. Ayrıca ne yazıktır ki medyamız da bu sanata diğer bir Batı ülkesindeki kadar ilgi göstermiyor. Bu durum da yukarıda bahsettiğimiz yaygınlaşmanın ne denli önemli olduğunun bir kez daha altını çiziyor.
Yalnız bir kaygı var genel olarak yaşanan. Özellikle son 4-5 yıldır gerek çalışanlarımızla, gerekse din-leyicilerlerle yaptığımız tartışmalarda, ilk tartışma konusu nedense hep "Nitelik mi? Nicelik mi?" oluyor. Eğer karşımızda bu sanata yıllardır aşina, bilinçli ve bilgili bir seyirci olsa zaten eleştiriler ve övgüler bir sıralamayla sonuçlanır. Bu durumda bizim kendi izleyicimizi en iyi şekilde yetiştirebilmemiz için, bir batı ülkesinden daha titizlikle hazırlanmış prodüksiyonlara, onlarca defa gözden geçirilmiş projelere, kılı kırk yaran çalışmalara ihtiyacımız var. Oturup uzun uzun düşünmeliyiz, sorumlu bulunduğumuz toplumda icra etmeye çalıştığımız sanatı; istenir, aranır, olmazsa olmaz, bir ihtiyaç bir özlem haline getirmek için neler yapmalıyız? Paketi nasıl hazırlamalıyız? Hem albenisi olsun, hem de içinden çıkan da tatmin etsin. Çünkü referans alacakları şeylerin yüksek kaliteli olması gerekir ki bizi eleştirileriyle daha ileriye götürebilsinler. Bunlar için belki de sadece kapalı kapılar ardında değil de belki halka açılarak, belki Milli Eğitim Bakanlığı'yla toplantılar düzenleyerek... En önemlisi, önemli maçlara çıkacak takıma da bu bilinci aşılamak, inanılır projelerle karşılarına çıkmak ve ne için kazanmaları gerektiğini iyi anlatabilmek için çaba göstermek. Teşekkür ederim...
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Şimdi ben, sözü opera solist sanatçısı ve Devlet Konservatuvarları Mezunları Derneği Genel Sekreteri Sayın Tamer Aykut'a veriyorum.
Tamer AYKUT:
Son yıllarda, ülkemize gelen kaliteli yabancı sanatçı sayısında büyük bir azalma meydana geldi. Bence bu gelişme Türkiye'de evrensel sanatların tümünü olduğu gibi, operayı da olumsuz etkileyecektir. Çünkü Avrupa'da, başlaması ve gelişmesi yüzyıllar öncesine dayanan sesin, tiyatronun ve dansın içice olduğu böylesine komplike bir sanat dalı için, dünyadan soyutlanarak, dünya çapında bir başarı elde etmek imkânsız. Hele, ülkemizde çok sesli müziğin, hayatımıza girişi bu kadar yeniyken. Bunu söylerken vasat düzeyde değil, tam tersi, çok kaliteli orkestra şefleri, şan pedagogları ve solistlerin ülkemize gelmelerinin önemini vurgulamak istiyorum. Konservatuvarlarımız ile sanat kurumlarımız arasında var olan diyalog eksikliği ve bu eksiklikten kaynaklanan eğitim yetersizliğine vakit geçirmeden çözüm bulunması gerekir. Sanat kariyerleri, birikimleri ve başarıları tartışılır durumda olan bazı sanatçıların eğitimci olarak, yeni yetişecek sanatçılara faydalı olabileceği konusunda endişe duyuyorum. Konservatuvarlarımızın, sanat kurumlarımızın giriş kapısı olduğu bilinciyle, eğitim verecek öğretmenlerimizin, başarılarını kanıtlamış, eğitmenlik konusunda yetenek ve birikim sahibi sanatçılardan oluşması konusunda biraz daha titizlik gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim.
İlk tur için bana ayrılan süreyi biraz aştım galiba, ikinci turda diğer konulara değinmek üzere konuşmamı bitiriyorum. Teşekkür ederim.
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Sayın Aykut'a teşekkür ediyoruz. Sözü Sayın Ahmet Say'a vermek istiyorum. Buyurun Sayın Say.
Ahmet SAY: Evet, benim gözümde bir türlü sadede gelinemedi. Yani, en sonda söylenmesi gerekenleri benim başta söylemek gibi bir huyum vardır. Önce onları bir söyleyeyim. Ömrüm vefa etmez belki, ne olur olmaz.
Şimdi 5 yeni opera-bale biriminin kurulması, sanatçı personel kadrolarının verilmiş olması tabii ki çok büyük bir aşama. Bu sayısal bakımdan, 1200 sanatçı kadromuz var bugüne değin, bugün yaklaşık 1000 daha ekleniyor, ikiye katlanıyor. 4 opera bale bölümümüz var, bu 9 oluyor gene ikiye katlanıyor. Tabi ki kadroların verilmesi bizi sağlam adım açısından hoşnut bırakıyor ama ben meseleyi şöyle görüyorum. Opera bale birimlerinin personelinin ve sanatçı personelinin maaşlarının ödenmesi güvencesi opera ve bale kaynağının üretime geçmesi demek değildir. Bu iş nasıl olacak? Devlet bu işi nasıl yürütecek?
Bütün bunların bu kuruluş aşamasının çok iyi planlanması lazım ki yüzümüzün akıyla çıkalım. O zaman övüncümüz artabilir. Yoksa 5 tane opera bale birimi, personeli, kadroları çıktı çok önemli, küçüm-semiyorum ama bu iş bitmiştir gözüyle bakmak durumunda değiliz. Eğer bu gözle bakılıyorsa ben gene elimde satır "Niye olmuyor, niye beceremiyorsunuz" demeye başlarım, teşekkür ederim.
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Sayın Ahmet Saya teşekkür ediyoruz. Şimdi ben ikinci tura geçmeden önce ilk turdaki konuşmaların getirdiği bazı noktalara değinmek istiyorum. Tabi, sanatçı arkadaşlarımız daha ayrıntıya girerek belli noktalara değindiler. Burada, aslında bir paket olarak bakmak lazım. Yani bu sadece operanın sorunu değil. Önce eğer konservatuvarlarla ilgili bir takım sorunlar varsa ve bunları çözemiyorsan, konservatuvarlardaki eğitim sistemini gözden geçirmelisin. Opera için birtakım tedbirleri alırsınız fakat bizim kaynağımız konservatuvarlarda ve oradan gelen insan malzemesiyle çalışmaktadır. Demek ki işin bir başka tarafı var. Ahmet Say biraz da karikatürüze ederek Antep'te Kültür Merkezinde var olabilecek teknik eksikliklerden bahsetti. Türkiye'de yüksek okullar var, bunların atölyeleri var. Bunlardan istifade edilebilir mi edilemez mi? İşte, bugün Türkiye'de eşgüdüm komiteleri var. Koordinasyon, eşgüdüm hep bunların özlemlerini çekiyoruz. Her yerde büyük bir eşgüdümsüzlük büyük bir koordinasyon eksikliği ve bunun yarattığı kaynak israfı var. Yani orada bir başka bakanlığa bağlı bir atölyenin içinde, aletiyle edevatıyla boş olarak duracak ve biz orada kendi ihtiyacımızı yaratabilmek için çabalayıp duracağız, üreteceğiz, edeceğiz. Büyük atıl kapasiteler var, büyük kaynak israfı söz konusu. Bunun için, hem eğitimsel ve tarihsel açıdan, hem de üretim safhalarında, bu konuya çok geniş olarak bakmamız lazım diye düşünüyorum.
Şimdi ikinci turda yine sırayı takip ederek Sayın Hasan Hüseyin Akbulut'a sözü vermek istiyorum. Özellikle de ilk turda ortaya konulan görüşler ve eleştiriler üzerinde dolaşmasını da rica ediyorum.
Hasan Hüseyin AKBULUT: Çok teşekkür ediyorum. Tabii bunlar gerçekler. Ancak şunu belirtmeliyim ki her şey görecelidir. Başarı da başarısızlık da iyi de daha az iyi de. Şimdi bizim gerçeklerimiz var. Mesela son bıraktığımız noktayı biraz inceleyelim. Bu konu çok önemli. Siz konuşurken ben Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu'nun öyküsünü düşündüm. Hipodrom alanında gerçekleşecek operanın kongre salonu ve tiyatro binası, 1995 Temmuz'unda birinciliği alan bir proje. Bugün daha yeni, proje ihalesi safhasına geldi. Yani o da bir sürü insan devreye girerek Cumhurbaşkanı'nın özel ilgisine rağmen. Ben çok sıcak bir şey söylemek istiyorum. Cumartesi günü Opera'da bir temsil vardı. Cumhurbaşkanı geldiler, Meclis Başkanı da yanında. Arada konuşurken ben oradaydım. İşte... bu kadrolar, yeni açılan birimler, bunlar konuşuluyor. ...
Şimdi, Sayın Naci Özgüç'ün çok önemli bir saptaması var. Beni özellikle derinden düşündürüyor ve ciddi olarak irdelememiz gereken bir olay. Teknolojinin getirdiği çok büyük bir hayat var. Artık sanat bu mekânlara gelmeden de evimizin içinde. Televizyonlarla, video bantlarla, CD'lerle... Öyle bir çağ yaşıyoruz ki -iletişim çağı diyoruz biz buna- mutlaka sanat kuramları daha iyi, daha nitelikli sanat yapmak zorundalar. Zaten biz bunları belli noktalarda yapmazsak izleyici bulamayız, dinleyici bulamayız. Yani biz tutup hadi Devlet Opera ve Balesi bir opera yapıyor, bir bale eseri koyuyor, gelin onu izleyin düşüncesi artık yok.
Türkiye'de de yok. Ben bununla ilgili ciddi olarak düşünüyorum ama sayıyı daha da azaltarak niteliğe önem vermemiz gerektiğini ben de düşünüyorum ve bunu sizlere açık yüreklilikle söylüyorum.
Bundan önce, bizden çok önce başlayan bir proje; "Her gün yeni bir eser, her gün bir temsil" sloganının yeniden irdelenmesi gerektiğine ben inanıyorum. Kaldı ki bu, şehrin nüfusuyla da yakından ilgili. Mesela, İstanbul işte 10 milyonu aşan bir kent ama Ankara çok daha küçük bir kent. Bu sayıları o nüfuslarla da orantılı olarak düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Hatta keşke bütçemiz elverse de biz Ankara'ya daha az etkinlik yapsak, biraz daha dışarıya yayılsak diye ciddi olarak düşünüyorum. Tabii yaygınlaşmada Milli Eğitim Bakanlığı ile olan iletişim de önemlidir. ...
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Teşekkür ederiz. Buyurun Sayın Nilgün Akkerman.
Nilgün AKKERMAN: Sayın Genel Müdür konservatuvarlarda sanatçı yakınlarının istihdamıyla ilgili konudan bahsetti. Emeklilik yasasıyla birlikte bu bir ölçüde çözüme kavuşacak. Fakat bence esas sorun dengeyi bozan önemli faktör, çalışan ve çalışmayan meselesi. Sonuçta; çalışmayan mutsuz, çalışan zaten çalışmayandan farkı olmadığı için mutsuz. Buna bir çözüm getirilmesi gerekir, çalışmamak şu anda daha tercih edilir durumda, belki ödül almıyor ama daha rahat ettiği kesin. Çalışan insanı, maddi manevi teşvik edici hiçbir şey yok. Ayrıca, çalışamaz durumda olan sanatçılar var. Eskiden birçok başarılı işler yapmışlar, onlar için farklı birşeyler gözetilebilir. Fakat hiç çalıştıramadığımız elemanlar var, bunları kanun zoruyla da çalıştıramıyorsunuz. Yıllarca hiçbir yönetim ve genel müdür bu konuda bir şey yapamamış. Kimisi var ki otuz yılını bu şekilde geçirmiş ve şimdi emekliliği yaklaşmış, yakında emekli olacak. Bunlara bir çözüm getirmek lazım. Emeklilik yasasında yaş mı kriter alınacak yoksa başka faktörler mi ön plana çıkacak? Bilmiyorum ama bu yasanın öncelikle çıkartılması gerekir. Hiçbir dönemde çalıştırılamamış sanatçıların da belki bir formülle bu yasa içinde emekli edilebilmeleri ya da çalıştırılmaları yönünde formüller bulunabilir diye düşünüyorum. Bu bahsettiklerimin yüzde doksanı solist sanatçılar. Bunun sağlanması için belki de yeniden yapılanma gerekecek.
Yabancı sanatçıların kurumumuzda mutlaka çalıştırılmaları gerekiyor. Hatta belirli eserler için çok daha özel yabancı uzmanların getirilmesi ve onlarla koordine içinde olunması gerekiyor. Çok iyi bir şef, kötü bir kampaniden veya kasttan iyi bir sonuç alabilir, iyi bir kampaniyi ise uçurabilir. Ayrıca rejisörlere acilen ihtiyaç var. Şu anda opera rejisörü diye birşey yok diyemiyorum ama çok az. Mutlaka şan pedagogu gerekiyor. Bir tane gelsin ama bir ekol oluşturacak kalitede biri olsun. Sahnede bir birliktelik oluşsun. Bir eserde diyelim altı önemli rol var. Beşi başarılı iken yalnızca bir tanesi kötü olsun, o eser kaçınılmaz bir şekilde aşağıya çekilir. İyi şarkıcılar o bir kişiye o anda birşey veremezken, o bir kişi beş başarılı sanatçıdan çok şey alıp götürür. Bu nedenle, bir bütünlük sağlayacak iyi bir şan pedagogu gerekiyor. Söyleyeceklerim bu kadar.
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Evet bunlar mutfaktan, işin içinden gelen eleştiriler ki biz de izleyici olarak bunların bir bölümünü gözlemliyoruz. Ama her zaman her şeyi yazmaya, telaffuz etmeye dilimiz varmıyor. Çünkü bugün, halen Türkiye'de bu sanatlar ve bu kurumlar itilip, kakılmak durumunda olan kurumlar değil, teşvik edilmesi gereken ve insanların oralara gitmeye heveslendirilmesi gereken kurumlar. Bunun için birtakım şeylerin üzerinde çok fazla durmamaya çalışıyoruz. Ama iyi mi ediyoruz yoksa kötü mü ediyoruz? onu da tabii tam olarak bilmiyorum. Bir de belki dünyada en alıngan insanlar sanatçılar. İyiyi söylediğiniz zaman çok memnun oluyorlar ama en küçük bir eleştiride bulunduğunuz zaman hemen ayağa kalkıyorlar: "Sen nasıl böyle söyleyebilirsin, yazabilirsin?" diye. Ayrıca, her sanatçı için, kendi içinde bulunduğu eser başarılı fakat içinde bulunmadığı eser "Eh işte, başarılı sayılabilir." Genelde benim bugüne kadar karşılaştığım, algıladığım konular bu oldu. Tabii çok bireysel bir iş. Her ne kadar takım işi olsa da sonuçta her sanatçı için bireysel bir konu.
Şefik KAHRAMANKAPTAN: Evet... Sayın Naci Özgüç'ün eleştirileri, Sayın Tamer Aykut'un "Sanat"ı tanımlamasında yer alan noktayla ilgili; "Hür ve Bağımsız".
Ne diyoruz? "Devlet Operası" diyoruz. Başında devlet olduğu zaman, devlet olmanın getirdiği bürokratik şeyler söz konusu. Gerçek anlamda bir kazanç payı olduğu zaman da şu kaygıya düşüyoruz. İşte; bir yıllık sözleşme imzaladık, bu kampaniyle acaba gelecek yıl ne yapabiliriz? Kendimizi nasıl geliştirebiliriz? Türkiye'de galiba bunun ortasında bir yol bulmak durumundayız. Bu da gene sistemle ilgili olan birşey. Yani, yıllardan beri aynı kaygılar duyulmaya devam ediyorsa demek ki sistemde birşey var diye ben şahsen düşünüyorum. Bu, benim tamamen şahsi düşüncem. Şimdi sözü Sayın Tamer Aykut'a veriyorum.
Tamer AYKUT: Opera sanatçılarımızın başarıları veya sorunları üzerine bütün dikkatimizi yoğunlaştırmışken bir konuyu yeterince önemsemediğimizi düşünüyorum.
Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da kompozitörlerimizin opera besteleyebilme yeteneklerinin artırılması konusunda bir şey yapılmaz ve çeşitli teşvik ve yönlendirilmelerle kaliteli Türk operalarının bestelenmesi sağlanmazsa Türkiye'de opera sanatı, bireysel çabalarla elde edilecek sınırlı başarıların ötesinde, dünya standartlarında, ileriye dönük, kalıcı bir başarıyı yakalayamaz. Düşünün ki 1934'teki ilk opera temsilinden bu güne kadar geçen 64 yıl boyunca, yalnızca 10 civarında opera bestelenebilmiş fakat bunların birçoğu da opera denemeyecek kadar küçük ve daha önemlisi, niteliksiz eserler olmuş.
Bunu sağlamanın yöntemleri nelerdir?.. Bestecilerimiz nasıl bir eğitimden geçmeli ve nasıl yönlendirilmeliler ki gelecek nesillere bırakabileceğimiz gerçekten başarılı büyük operalar besteleyebilsinler. Kaldı ki bugünlerde, henüz farkedemediğimiz fakat önemsememiz gereken, konunun ikinci bir boyutu ortaya çıkıyor.
Bu arada; Türkiye'de opera sanatı son yıllarda birçok başarılara imza attı. Yurt dışına açılan operalarımız çok iyi kritikler aldılar. Türk operasının gururu Leyla Gencer adına düzenlenen "Uluslararası Şan Yarışması" başarılı opera sanatçılarımızın kendilerini gösterebildikleri uluslararası bir platforma dönüştü. Bu yıl beşincisi düzenlenecek "Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali" Türk operasına yeni bir soluk getirdi. İleride, daha çok ünlü yabancı sanatçının ve operaların katılımı, festivalin uluslararası olma hedefine katkıda bulunacaktır.
Konuşmamı bitirirken "Sanat" üzerine birkaç şey söylemek istiyorum..."Sanat" yumuşak ve zariftir, güzel ve sıcaktır. Yüreğin taa içinden gelir... Öylesine derinlerde ve görünmeyendir. İnsanın içinde filizlenen, yeşeren ve solandır. Dışarıdan görünen ise, içte kopan fırtınanın bir anlık yansımasıdır yalnızca.
"Sanat" barıştır, sevgidir ve zaman zaman doğrular ve güzellikler adına "eleştiri"dir. "Sanat'ın dünyasında; dinler, diller ve ırklar, bir ressamın paletindeki ayrı ayrı renkler gibidirler... Birlikte, doğanın en güzel renkleri olarak yansırlar "Evrensel Tual"e ve konuşmamın son kelimelerini yüreğimden gelen sese bırakıyorum...
Ne mutlu bize ki Atatürk'ün kurduğu Modern Türkiye'nin modern insanı olarak yaşıyoruz... Hiç şüphe yok ki onun ilkeleri ışığında önümüz her zaman aydınlık olacaktır... Teşekkür ederim...