İstanbul’da doğan Ekrem şair, hattat ve ve dönemin ünlü tarihçisi Şakir Recai Efendinin oğludur. İlk ve orta öğrenimini Beyazıt Rüştiyesinde tamamlar. Öğrencilik yıllarında Arapça ve Farsça’yı babasından öğrenir. 1858 yılında harbiye idadisine kaydolur ancak sağlık nedeniyle ayrılmak zorunda kalır. On beş yaşında şiir ve edebiyata ilgi duyar. Meslek hayatına 1862 yılında Hariciye Mektebi Kaleminde başlar. Burada Fransızcayı öğrenir. Bu yıllarda Namık Kemal ile tanışır. Namık Kemal ile birlikte Encuman-ı Şuara toplantılarına katılır. Böylece Divan kültürünü yakından tanıma fırsatı bulur. Hatta ilk şiirlerinde Namık Kemal’in tesiriyle şekil yönünden divan geleneğine bağlı kalır.Bu dönemde Tasfir-i Efkar başta olmak üzere Terakki ve Tercüman-ı Hakikat gazetelerinde ilk yazıları çıkar. Namık Kemal 1867 yılında Paris’e giderken Tasfir-i Efkar gazetesinin yönetimini Erkem’e bırakır. Ekrem bu gazete sayesinde şöhreti yakalar. Ayrıca gazeteciliğe Tasfir-i Efkar ile başlar.
Ekrem Vergi dairesinden Danıştay üyeliğine, Tanzimat dairesi üyeliğinden elçiliğe kadar devletin birçok kademesinde görev almıştır. 2. Abdulhamit döneminde Trablusgarp’a gönderilmiş, 1880 ile 1887 yılları arasında Galatasaray Sultanisinde ve Mülkiye Mektebinde edebiyat hocalığı yapmıştır. Denilebilir ki Ekrem’in en verimli dönemleri de hocalık yaptığı bu tarihlerdir.
Şiire divan şairi olarak giren Ekrem, gençlik yıllarında münacat, tevhit, naat, gazel gibi nazım şekilleri ile şiirler yazmıştır. Özellikle 1869 yılında kızı Piraye, ardından sakat olan oğlu Emcet’i, 1899 yılında da oğlu Nijat’ı kaybetmesi Ekrem’in içli bir şair olmasına neden olmuştur. Yenileşme sürecinde elemli, düşündürücü, aşıkane ve zaman zaman ölümle ilgili şiirler yazmaya başlamıştır. 1873 yılında yazdığı Yadigar-ı Şebab şiir kitabı ile eski edebiyat geleneğini kırmaya çalışmış, daha sonra yazdığı Zemzemeler’iyle eski edebiyattan büsbütün uzaklaşmıştır. 1879 yılında yayınladığı Talim-i Edebiyat ile yeni bir edebiyat anlayışını kuramaya çalışmış böylece eski edebiyat geleneğini sürdüren şairler tarafından sık sık tenkit edilmiştir. Özellikle Muallim Naci Ekrem’in Zemzeme adlı şiir kitaplarını Demdeme adlı şiir kitabının önsüzünde şiddetle eleştirmiştir. Abdulhak Hamit ile aynı anlayışa sahip olan Ekrem çocuklarını kaybedince uzun süre edebiyattan uzaklaşmış elemli , isyancı ve hayalci bir sanatçı olmuştur. Eski edebiyatı savunanlarla girdiği polemiklerle yeni bir çıkış yakalamaya çalışmış, nitekim Servet-i Funun dergisinin başına Tevfik Fikret’i getirerek yeni bir edebiyat oluşumuna zemin hazırlamıştır. Birçok şiirini, Araba Sevdası romanı başta olmak üzere birçok tiyatro eserini de bu dergide yayınlayarak Servet-i Funun oluşumunun temellerini atmıştır. Hem sanat anlayışında hem de şekilde mümkün olduğunca yenileşmeye çalışmış dergide toplanan sanatçılara da önayak olmuştur.
Sanatı sanat için kullanan Ekrem aslında insanın ve onun şahsi macerasını ele almıştır. Çocuklarını art arda kaybetmesi içli bir şair olmasını tetiklediği gibi toplumsal meselelerden de uzaklaşmasına neden olmuştur. Şiirlerinde dünyadaki yalnızlığı ölüm gerçeği ve ruhunda kopan fırtınalar en fazla görülen temlerdir. Ekrem, şiirde tek amacın güzellik, tabiat ve insan olduğunu söylerken hem yaşadığı olayların hem de Fransız romantiklerin etkisindedir. Ekrem’e göre şiir tabii, düzgün ve külfetsiz olmalıdır. Söyleyişte güzellik ve incelik dikkate alınmalıdır. Kafiye ve vezne de gereken özen göstermelidir. Kafiyenin şiiri güzelleştirmede vezinden de üstün bir role sahip olduğunu söyler. Vezinlerin şiirin konusuna uygun bir müzik tonunda seçilmesine ister. Ekrem’e göre “Şiir, şairin istediği zaman değil, ancak ilham perisinin geldiği zaman doğar” Ekrem sanat deyince aklına güzellik gelir. O, güzel sanatlar ve edebiyat üzerine düşünen bir sanatçıdır. Bu bağlamda dönemindeki gençlere edebiyat teorileri öğretmeye çalışır. Adeta yeniliğin estetiğini yapar.
Ekrem, şiirle resim arasında bir bağ kurar. Resimdeki ren unsuruna karşılık şiirde hayal gücü ve edebi sanatları gösterir. Müzikteki seslerin düzeni ile şiirde kafiyenin uygunluğu arasında bir bağlantı kurmaya çalışır. Böylece Ekrem resim, renk ve sesin edebiyatta düşünce ve anlatımdan kaynaklandığını söyler. Şiirdeki anlatım gücü Ekrem’in estetik anlayışının temelini oluşturur. Bu yüzden şiirin manzum yazılmasından yanadır. Ancak başarılı olmak şartıyla hayallerin ve düşüncelerin nesirle de yansıtılabileceğini söyler. Böylece Ekrem, şiirimizde mensur şiirin yerleşmesinde öncülük etmiştir diyebiliriz. Özellikle olgunluk döneminde yazdığı şiirlerinde mısralar arasına yerleştirdiği uzun cümleler, kafiyenin yapısında yaptığı değişiklikler ile serbest şiirin yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Ekrem şiirde dil ve üslup üzerinde de titizlikle durur. Şiirin konuşma dilinden ayrı özel bir kelime kadrosuna sahip olmasını savunur. Anlaşılmaktan ziyade güzel söyleyişe önem verir. O yüzden şiirlerinde estetik ve güzellik oluşturabilecek yabancı kelime ve tamlamaları sıkça kullanır. Divan edebiyatında görülen mazmumlar ve edebi sanatlar Ekrem’in şiirinde de görülür. İlk şiirlerindeki duyuş ve hayaller yerini şahsi ıstıraplara ve yeni hayallere bırakır. Şekil güzelliği ön plana çıkar. Batı edebiyatının şiir şekillerini edebiyatımıza sokarak yeni anlayışa hizmet eder.
Ekrem’in en güçlü yönlerinden biri de eleştirmenliğidir. Talim-i Edebiyat bu yolda yazılmış en önemli eseridir. Bundan başka Takdir-i Elhan, 3. Zemzeme’nin önsözü ve Takrizat gibi eserleri edebi görüş v düşünceleri açısından önemlidir. Nesir alanında tiyatroya yönelen Ekrem’in Afife Anjelik ile Atala’sı batılı kaynaklıdır. Namık Kemal’in etkisinde Vuslat’ı yazar. Binbir Gece hikayelerinden esinlenerek yazdığı “Çok Bilen Çok Yanılır” piyesi her yönüyle Vuslat’tan üstündür. Tiyatrodan sonra Hikaye ve romana yönelen Ekrem Saime, Muhsin Bey ve Şemsa gibi hikaye denemelerinden sonra Araba Sevdası romanını yazar. Bu roman romantizmden realizme geçişi sağlar. Edebiyatımızda edebi tenkit türünün yerleşmesinde Ekrem önemli bir rol oynar. Talim-i Edebiyat’ı tenkit edilir. Muallim Naci Demdeme adlı eseriyle onu sert bir şekilde tenkit eder. Kafiyenin kulak için yapılması gerektiğini savunan Ekrem’e kafiyenin göz için yapılması gerektiğini savunan Muallim Naci sert eleştirilerde bulunur. Bu tartışma edebiyat çevrelerini ikiye böler. Yenilikçi olanlar Ekrem’in safında yer alırken eski gelenekleri savunanlar Muallim Naci etrafında toplanır. Böylece edebiyatta ilk kamplaşma ortaya çıkar. Bu kamplaşma Cumhuriyet dönemi de dâhil günümüze kadar devam etmiştir. Zaten Servet-i Funun akımının doğmasına da bu tartışmalar vesile olmuştur.
Eserleri:
Şiirleri: Nağme-i Seher, Yadigar-ı Şabab, Zemzeme I, Zemzeme II, Zemzeme III, Tefekkür, Pejmürde, Nijat Ekrem, Nefrin
Tiyatroları: Afife Anjelik, Atala, Vuslat, Çok Bilen Çok Yanılır.
Hikayeleri: Saime, Muhsin Bey, Şemsa
Romanları: Araba Sevdası
Tenkit Yazıları: Talim-i Edebiyat, Takdr-i Elhan, Takrizat, Zemzeme Mukaddimesi
Recaizade Mahmut Ekrem şiirde vezin ve kafiyenin varlığını hafifletmek isteyenlere karşı Takdir-i Elhan’da ‘Bendenizce kafiyesiz şiir yazmaktansa nesr-i muhayyel yolunda tasvir-i merâm etmek evlâ ve efdaldir. Nesr-i muhayyel ise mevzun değil iken, âdeta tavr-ı şi’ri alabiliyor’ şeklinde düşüncelerini ifade etmesi, bu türün yolunu açtı ve gençlerin bu yola yönelmesini sağladı. Ara Nesilden Mustafa Reşit, Mehmet Celâl, Ali Nusret, Mustafa Fehmi, Ali Nadir, İsmail Safa, Halid Ziya ve daha birçok genç mensur şiir alanında kalem denemeleri yaptılar.
Araba Sevdası, Türk edebiyatında resimlenen (Ressam Halil Paşa tarafından) ilk roman olma özelliğine sahiptir.
Şiirindeki zayıflığa karşılık Recaizade Ekrem’in tiyatro ve hikâye yazarlığı daha kuvvetlidir. Ancak bu kuvvet şiirlerle süslediği ve bir bakıma o şiirlerin hikâyesi gibi sunduğu Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1991) ve Şemsa (1897) adlı hikâyelerinde değil, Araba Sevdası (1896) romanındadır. (Enginün, 2007, 252).