Doğum tarihi: 1887, İstanbul
Ölüm tarihi ve yeri: 15 Şubat 1960
Şiire başlayışını; babasız büyümenin (kendisi iki aylıkken babası vefat etmiştir) verdiği bir içlilik ile orta tahsil öğrencisi iken Raif ve (Aziz Neriman) takma adını kullanan Abdülazîz Âgâh gibi iki edebiyat meraklısı arkadaşına ek olarak Tevfik Lamih adlı bir edebiyat hocasının teşviklerine bağlar (Yazar, 1938, 58). Fecr-i Âtî’nin genel eğilimine uygun şiirler yazmış olmakla birlikte asıl başarısı mensur şiirdedir. Musavver Muhit, Aşiyan, Şiir ve Tefekkür, Servet- i Fünun, Eşref, Kanat, Tenkit, Resimli Kitap, İçtihat gibi Fecr-i Âtî mensuplarına ait imzaların yoğunlukta olduğu dergilerde yazdığı mensureleri “Mezamir-i Elem” adıyla kitaplaştırma niyetini gerçekleştirememiştir.
Fecr-i Âtî sonrasında küçük hikâye, tiyatro tenkitleri, Batı edebiyatından yaptığı tiyatro tercüme ve aktarma oyunları ile tanınır. Fecr-i Âtî’den sonraki dili, terkipsiz ve kelime kadrosu itibarıyla Türkçenin tabii değişme ve gelişme çizgisine uygun olarak konuşma diline yakınlaşmıştır. Fecr-i Âtî’den başka herhangi bir topluluğa meyl etmemiş olan Ali Süha’nın yayımlanmış eserleri şunlardır:
Roman: İkinci Gençlik (1923).
Piyes: Kaybolan Ses (1946).
Aktarma oyunlar: Arlezien (1937, Alphonse Daudet’ten), Alev (1940, H. Kistemackers’ten), Bir Günün Beyliği (1941, Yvan Noèden), Okumuş Adam (1942, Eugene Labiche’den).
Tercümeleri: Kibarlık Budalası (1937, Molièrè’den), Adamcıl (1941, Molèirè’den)- Tarihte Halk Tiyatrosu (1947, Andrè Boll’dan).
Güzel sanatları ve bu arada edebiyatı “cemiyetin bir ifadesi” sayan ve bunların asıl gayesini ruhta estetik heyecan uyandırmak olarak kabul eden Ali Süha, Tanzimat’tan önceki edebiyatımızı “muhtelif zümre edebiyatları” diye değerlendirir. Ona göre Tanzimat’tan sonra edebiyat, bütün memlekete şamil bir mahiyet, bir sosyal bünye almaya başlamış, fakat bu gayeye doğru yürüyenler arasında yalnız Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdülhak Hamit ve Edebiyat-ı Cedîde’den Tevfik Fikret başarı göstermiştir. Ali Süha, Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Âtî’yi birer mektep değil, içlerinde her nevi ve tarzdan edebiyatçıların bulunduğu, edebiyatı seven muhtelif temayül ve kanaatte kimselerin teşkil ettikleri bir nevi kulüp olarak görür (Yazar, 1938, 59-61). Millî Edebiyat Hareketini ima ederek “Ben yalnız adıyla değil, canıyla, kanıyla, kalbiyle ve ruhuyla millî bir edebiyat bekliyorum. Kütlenin ıstırabını bir teşrih [otopsi] hocası gibi, gözlerimizin önüne seren, muhtelif yaraların yerlerini birer birer bize gösteren bir aksiyon edebiyatı (...) lazım” der. Bu görüşlerini ifade ettiği 1938’de, edebî geçmişini aynı açıdan değerlendirdiğinde kendisini, “memlekete karşı günah işlemiş, vazifesini (...) yapamamış yazıcılardan biri” olarak beğenmediğini söyler (Yazar, 1938, 63).
Bu özeleştiri ve kendini yargılamada, hem Fecr-i Âtî hareketi içindeyken hem de Cumhuriyet Devrinde İçtihat, Garba Doğru (1930) gibi dergilerde devam eden edebî hayatındaki şiir, hikâye, mensure ve tiyatro gibi telif eserlerinde daima ferdiyetçi kalmasının tesiri vardır.
Ali Süha, Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Âtî’yi birer mektep değil, içlerinde her nevi ve tarzdan edebiyatçıların bulunduğu, edebiyatı seven muhtelif temayül ve kanaatte kimselerin teşkil ettikleri bir nevi kulüp olarak görür (Yazar, 1938, 59-61).
Millî Edebiyat Hareketini ima ederek “Ben yalnız adıyla değil, canıyla, kanıyla, kalbiyle ve ruhuyla millî bir edebiyat bekliyorum. Kütlenin ıstırabını bir teşrih [otopsi] hocası gibi, gözlerimizin önüne seren, muhtelif yaraların yerlerini birer birer bize gösteren bir aksiyon edebiyatı (...) lazım” der. Bu görüşlerini ifade ettiği 1938’de, edebî geçmişini aynı açıdan değerlendirdiğinde kendisini, “memlekete karşı günah işlemiş, vazifesini (...) yapamamış yazıcılardan biri” olarak beğenmediğini söyler (Yazar, 1938, 63).