Asıl adı Muhammed Celâleddin’dir. Horasan bölgesinde 1207 yılında doğmuştur. Daha sonra Anadolu’ya gelmiştir. Konya’ya gelen Şems-i Tebrizi’nin etkisinde kalarak mistisizme yönelmiştir. Divan edebiyatı tarzında oluşturduğu eserlerin tamamına yakınını Farsça yazmıştır. İlâhi aşkı anlatan Mevlâna, tüm insanlara herhangi bir ayrım gözetmeden sevgi ve hoşgörü ile yaklaşmıştır. Tasavvuf edebiyatının önemli şairidir. Mevlevi tarikatının kurucusudur.
Mevlânâ’nın âleme ve varlıklara dikkatli bir bakışı vardır. Bu yüzden hemen her şey onun şiirlerine konu olmuştur. Eserlerinde daha çok tasavvufla ilgili konular üzerinde durur. Tasavvufun temel noktası olan “vahdet-i vücûd” (=varlığın birliği) ve ilahî aşk konularını geniş olarak ele alır. İnsanın kazanacağı erdemler ve yaşayacağı ilahî aşk ile “insan-ı kâmil” mertebesine ulaşacağını belirten Mevlânâ, anlatılarında halkın hayatına da yer verir. Şiirlerinin şekline ve sanat yönüne fazla önem vermediği görülen Mevlânâ’nın terci-bendinin bentlerindeki beyit sayıları birbirinden farklıdır. Kendine özgü buluş ve anlatımı ile dikkat çeken Mevlânâ, şiirlerini özünden ve hissederek söyler. O, dönemin edebî geleneğinden farklı olarak konuları serbest bir şekilde işlemiştir. Farsça yazmakla birlikte şiirinde Türk zevki hemen kendini gösterir. Bazı gazelleri, musammat gazel örnekleri olarak karşımıza çıkar. Mısraların ortada ve sonda kafiyelenerek bir beytin dört mısra haline getirilmesi de Mevlânâ ile başlamıştır. Bu durum daha sonraki şairlerde özellikle Yunus Emre ve Nesîmî’de yaygın şekilde kendini gösterecek ve Türk şiirinin Eski Türkçeden gelen bir görünümü olacaktır.
Mevlânâ’nın eserlerini kaplayan aşk ve vecdin daha önceki örneklerini, Ahmed-i Gazzâlî (öl. 1123-24) ile ünlü şairler Senâ’î (öl. 1131) ve Şeyh Attâr (öl. 1220?) dile getirmiştir. Bizzat Mevlânâ eserlerinde Senâî ve Attâr’ı anmakta ve onlardan beyitler ve görüşler aktarmaktadır.
Mevlânâ’nın bütün eserlerindeki ana fikir ve bakış tarzı hemen aynıdır denebilir. Divan-ı Kebir’de kimi manzumelerde ilave özellikler bulunduğu söylenebilse de, farklı özelliklerden bahsedilemez. Gazellerinde eğitici-öğretici beyitler olduğu gibi, Mesnevî’sinde de heyecan ve coşku dolu beyitler az değildir. Ayrıca bütün eserlerinin arasında bilgi, söyleyiş ve üslup açısından var olan beraberlikler çok belirgindir. Söz başlarındaki edebî girişler dışında sözündeki açıklık ve içtenlik, konuşma diline olan yakınlık Farsça ve Arapça beyitlerinin, aynı zamanda beyitleri arasındaki Türkçe ve Rumca ifadelerinin ortak özelliğidir.
Onun şiiri, Horasan üslubu veya Türkistan tarzı diye bilinen Moğol öncesi Horasan ve Mâverâünnehir şairlerinin üslubunun özelliklerini taşımaktadır. Ancak kelime ve cümle yapıları itibariyle Horasan üslubunun özellikleri Mevlânâ’nın şiirinde öne çıksa da bazı dil özellikleriyle muhteva ve anlam zenginliği bakımından Irak üslubuyla buluştuğu noktalar da vardır.
Mevlânâ’nın şiiri, genel üslup özelliklerinin yanında kendine ait hususiyetlere de sahiptir. Onun şairlik amacıyla şiir söylemediği, şiirine özen gösterip beyitlerini süslemediği, vezin ve kafiyeye takılıp kalmadığı araştırmacılarca hep söylenegelmiştir. O, çok iyi bildiği edebî geleneği de pek önemsememiştir. Kullanılmayan bazı sözcük ve tabirler onun şiirinde yer bulmuştur. Şiirin, kafiyenin ve veznin kayıtlarından rahatsız olduğunu, kendisi dile getirmiştir. Hatta kendi ifadesiyle filozof da değildir, şair de. Ancak bütün bunlara rağmen ve bunlarla birlikte onun şiiri aşkla, coşkunlukla, şiiriyetle, fikirle, hikmet ve irfanla iç içe benzersiz bir şiirdir.
Mevlânâ’nın en önemli iki eseri, her ikisi de manzum olarak yazılan Mesnevî (=Mesnevî-i Ma’nevî) ile Divan-ı Kebir’idir. Bunların dışında kalanları ise başkaları tarafından derlenen mensur eserlerdir.
1. Divan-ı Kebir: Mevlânâ, hemen tamamı gazel, tercî’ ve rubailerden oluşan Divan-ı Kebir, diğer adıyla Külliyât-ı Şems’te özellikle ilahî aşkını, gönül derdini, tasavvufî konuların yanında sabır, hoşgörü, insanlara iyilik etmek ve yardımda bulunmayı, mazmun ve remizlerle şiirin imkânlarını kullanarak anlatmıştır. Ayrıca mecazî aşka da yer verilen rüba’îlerde gerek ilâhî gerekse mecazî aşk, teşbih, istiare ve sembollerle anlatılmaktadır. Divan-ı Kebir, duygu yüklü ve oldukça hacimli bir eser olup içinde yer alan şiirlerin büyük bir kısmı Şems-i Tebrizî’ye duyulan sevginin ve hasretin terennümüdür. Ayrıca Selahaddin-i Zerkub ve Hüsâmeddin Çelebi için söylenmiş şiirler de bulunmaktadır. Bu şiirler içinde rüba’îler dikkat çekmektedir. Yer yer Mesnevî’de olduğu gibi öğretici ve eğitici beyitler de içeren gazellerini, 50’yi aşkın farklı vezinde söylemiştir. Üstün bir ahenge ve musikiye sahip olan gazelleri, bugün bütün dünyada anlam zenginliği ve derinliğiyle ilgi odağı olmaktadır.
Mahlas yerinde Tebrizli Şems’in adının birkaç şekilde Şems, Şems-i Tebriz (Şems-i Tebrizî, Şemsü’l-Hakk-ı Tebrizî) vb. bulunması nedeniyle bu eser için daha çok Divan-ı Şems-i Tebrîzî adı kullanılmaktadır. Kırk bin civarında beyitten oluşur ve çeşitli yazma nüshaları bulunmaktadır.
2. Mesnevî: Anadolu’da asırlar boyunca birlikte okunan Farsça önemli birkaç kitaptan biri, Mevlânâ’nın Mesnevî’sidir. Türkçeye çok sayıda çevirisi yapılan ve şerhler yazılan Mesnevî’yi ezberleyip icazet aldıktan sonra dinleyicilere okuyup açıklayan kişilere Mesnevîhân (Mesnevi okuyan) unvanı verilmiştir.
Mesnevî, Mevlânâ’nın sırdaşı Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarları üzerine yazılmıştır. Hüsâmeddin Çelebi’nin bir eser yazma isteği üzerine Mevlânâ eserin ilk on sekiz beytini kendisi yazmış, daha sonra o söylemiş ve Hüsâmeddin Çelebi yazmıştır. Altı defter/cilt ve yaklaşık yirmi dört bin beyit civarında olan Mesnevî’ye hatimeyi (=sonucu) Sultan Veled yazmıştır(Bkz. K. Yavuz: “Cevdet Paşa’nın Abidin Paşa’ya Yazdığı Mektup”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. 26-27, 1986, s. 441.). Mevlânâ ikinci defterin ilk beyitlerinde bu deftere 13 Mayıs 1264 günü başlandığını açıkça ifade etmektedir.
Mevlânâ tarafından Hüsâmî-nâme adı ile de anılan bu eser, tarikata mensup olanları (müritleri) ve acemileri irşat etmek ve toplumun eğitimi için yazılmıştır. Mevlânâ, bilgilendirici ve öğretici bir yol izlediği, dinî ve tasavvufî bilgileri, yaşadığı yıllara kadar hayata geçen anlayış ve tavırları konu edindiği, özellikle hayatının son on beş yılının ürünü olan Mesnevi’si ile asırlar boyu öncü ve kılavuz kabul edilmiştir.
Mevlânâ’nın Mesnevî’si ile Divan’ı arasında benzerlikler de vardır. Abdül baki Gölpınarlı’nın tespitlerine göre bazı gazelleri Mesnevî’deki hikâyelerin özeti durumundadır. Ayrıca anlatım açısından Mesnevî didaktik olmasına rağmen lirizm yönü de bulunan bir eserdir.
Kaynak olarak Kur’an ve hadislere dayanan Mesnevî’de konunun gelişine göre Kelîle ve Dimne’den, Mantıku’t-Tayr’dan hikâyelere yer verilmiş, Hakîm Senâî’nin Hadîkatü’l- Hakîka’sından da yararlanılmıştır. Mevlânâ hikâyelerini doğrudan değil, başka hikâyelerle zincirleme olarak, iç içe bir şekilde anlatır. Böylece konu içinde konuyu, hikâye içinde hikâyeyi devam ettirerek sonuca en iyi şekilde ulaşır. Bu anlatım tarzı başka şairlerde görülmez. Eserin düzenine, dilin kullanılışına ve nazmın temizliğine fazla önem verilmemiş olması, “şekilcilik”ten ve sanat düşüncesinden tamamıyla uzak kalındığına işarettir. Türk edebiyatında Mesnevî kadar başka bir eser etkili olmamıştır. Hatta Mevlânâ’nın ölümünden 44 yıl sonra Gülşehrî Mesnevi’den hikâyeler alarak tercüme ve şerh etmiştir. Değişik zamanlarda gerek bölümler halinde gerekse bütün olarak, Mesnevî’nin Türkçe, Farsça ve Arapça tercüme ve şerhleri yapılmış, çeşitli dillere çevrilmiştir. Kendinden sonra dinî- ahlâkî konularda yazılan çok sayıda eseri etkileyip onlara kaynaklık etmiş olan Mesnevî, yüzyıllar boyu Mevlevî tekkelerinde okutulmuştur.
Mesnevî bütün dünyada çok ilgi toplamış ve üzerinde asırlar boyu tespiti neredeyse imkânsız sayıda şerh, tercüme, seçme, konulara göre tasnif ve sözlük çalışmaları yapılmıştır. 280’i bulan öğüt amaçlı hikâyeleri de birçok çalışmaya konu olmuştur. Mesnevî’de Farsça beyitlerin arasında yüzlerce Arapça beyit de bulunmaktadır.
3. Fîhi Mâ Fîh: “Onun içindeki odur” veya yorumla, “ne varsa onda var” anlamına gelen bu eserde, Mevlânâ’nın bazı sohbetleri sırasında sorulan sorulara verdiği cevaplara; tasavvuf, din, ahlak ve felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı, dünya, insan ve şiir anlayışından söz ettiği konuşmalarına yer verilmiştir. Bu eser de, diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi Sultan Veled ve ona bağlı kimseler tarafından tutulan notlar olup vâkıât (=ders notları) türünün Anadolu’daki ilk örneğidir.
4. Mecâlis-i Seb’a: Mevlânâ’nın yedi vaazının yakın çevresi tarafından kaydedilip bir araya getirilmesiyle meydana gelen bir eserdir. Her vaazda ele alınan bir hadis, çeşitli örnekler ve hikâyelerle açıklanmıştır.
5. Mektûbât: Mevlânâ’nın devlet adamlarına, dönemin ileri gelenlerine, dostlarına ve oğullarına yazdığı 150 kadar mektubun toplanmasıyla meydana gelen bir eserdir.
6. Mülemmaları ve Türkçe Şiirleri: Mevlânâ’nın bir Türk şairi olduğunu gösteren bu şiirler, bazı araştırıcılar ve ilim adamları tarafından zaman zaman yayımlanmışlarsa da, Hasibe Mazıoğlu tarafından topluca yayımlanmıştır.
Kaynak: VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, Eylül 2011.
Mevlânâ Hudâvendigâr bize nazar kılalı Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
Görmedik bir er cihândan gitmedi Ol Celâleddîn cihândan gitmedi
Ey dil istersen eğer kâmil ola noksânun Secdegâh it eşiğin Hazret-i Mevlânâ’nun Sıdk ile sâlik olan silk-i Celâleddîn’e Şübhesiz vâsıl olur rahmetine Rahmân’un
Arsa-i aşkda gör Hazret-i Mevlânâ’yı Turmayup dahi döner üstine yoldaşları