Millî Edebiyat'ın en önemli hikâye yazarı, hiç şüphesiz Ömer Seyfettin (1884-1920)'dir. Aynı zamanda hareketin kurucusu ve teorisyeni olan yazar, kısa sanat hayatı müddetince kaleme aldığı 150 hikayesiyle, Türk edebiyatına önemli katkılarda bulunmuştur. Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu çözülme ve yıkılma sürecinin farkında olan Ömer Seyfettin, idealist ve milliyetçi bir yazardır. Hikayeleriyle okuyucuda millî şuuru uyandırmak, millî kimliğe ait değerleri sezdirmek, yaşanan yanlışlık ve çarpıklıkların farkına vardırmak ister. Bunun için hikâyelerinde çoğu zaman tenkitçi; bazı hikâyelerinde ise alaycı ve muzip bir tavır sergiler.
Ömer Seyfettin hikâyelerinde kimi zaman çocukluk hatıralarını (İlk Namaz, Kaşağı, Falaka, And), kimi zaman yaşanan hayatın gözlemlerini (Bomba, Beyaz Lâle, Hürriyet Bayrakları), kimi zaman tarihi (Başını Vermeyen Şehit, Diyet, Forsa, Topuz, Ferman), kimi zaman da folkloru (Yalnız Efe, Yüz Akı, Kurumuş Ağaçlar) kaynak olarak kullanır. Bu noktada o, realist bir yazardır. Hatta realistliğini zaman zaman "çirkin"i yansıtmaya kadar götürür (Bomba, Beyaz Lâle). Birer vak'a hikâyesi olan metinlerini klâsik bir yapı içinde kurgular. Zıt güçlerin çatışmasıyla gerilimi yükseltir ve okuyucuyu şaşırtan ve sarsan bir sonuçla bitirir. O, hikâyelerinin genel kurgusu ve temel unsurlarının nitelikleri bakımından, Maupassant tarzı hikâye anlayışına bağlıdır.
Ömer Seyfettin'in hikâyeciliğindeki bir başka temel nitelik, dil ve üslûbunda somutlaşır. Yeni Lisan ve Millî Edebiyat hareketlerini başlatan yazar, "Edebiyatsız edebiyat yapmak" düşüncesiyle yola çıkarken İstanbul hanımlarının konuşma dilini, yazı ve edebiyat dili hâline getirmeye çalışır. Bu sebeple onun dili, son derece açık ve yalındır. Hatta yalılık endişesi, zaman zaman hikâyelerinin bir hayli kuru kalmasına sebep olur. Onun hikâyelerindeki bir başka üslûp özelliği, mizahî ve eleştirel yaklaşımdır.
Ömer Seyfettin hiçbir şeyi ferdin özel meselesi olarak almaz. Ona göre her ferdi görünüşe sahip mesele, aslında sosyal boyutları olan bir durumdur. Bu sebeple o, bütün meselelere, içinde özeli taşıyan genelliği açısından bakar. Fertleri anlatırken kalabalıkları işaret eder.