Doğum tarihi: 1869, Cisri Mustafapaşa, Bulgaristan
Ölüm tarihi ve yeri: 31 Aralık 1949, Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İstanbul
Türk kültür ve edebiyat tarihinde “feylesof” lakabıyla tanınan Rıza Tevfik bugün daha çok şair olarak hatırlanmaktadır. 1895’ten itibaren dergilerde önce Abdülhak Hâmid ile Hugo ve Lamartine gibi romantik şairlerin etkisi altında aruz vezniyle şiirler yayımlayan Rıza Tevfik asıl şöhretini 1913’ten sonra hece vezniyle yazdığı şiirlerle kazanmıştır. Millî Edebiyat akımının teşekkül yıllarına rastlayan bu tarihlerde hece vezni ve sade Türkçe ile o günkü Türk şiirinin en beğenilen örneklerini ortaya koyarken 1900’lerde Mehmed Emin’in başlatmış olduğu “parmak hesabı” şiiri de asıl yerine o oturtmuştur. Küçük yaştan itibaren halk kültür ve âdetleri içinde yetişen şair sanatkâr kişiliğiyle gelenekten ustaca yararlanmış, bu konuda yazdığı makaleleriyle şiir estetiğine bu doğrultuda sağlam bir zemin hazırlamıştır.
Rıza Tevfik, felsefî ve dinî anlamda gerçeği aramak üzere başladığı araştırmaları sonunda Türk milletinin öz malı olan ve onun ruhunu en güzel biçimde dile getiren tekke ve halk edebiyatı örneklerini keşfeder. Milletin hâfızasındaki folklor malzemesiyle sadece halk şairleri ve Bektaşî dervişlerinin elinde kalan halk ve tekke şiirlerini samimi ifadeleriyle Türk milletinin karakterini en güzel şekilde yansıtan örnekler olarak değerlendirir. 1914-1922 yılları arasında konuyla ilgili elliye yakın makale yayımlayan Rıza Tevfik’in bu yazıları, Millî Edebiyat hareketini fikrî planda hazırlayan ve bir kamuoyu oluşmasına büyük ölçüde yardım eden unsurlar arasında ele alınmıştır. Ancak onun âşık tarzı ve tekke edebiyatı geleneği konusundaki görüşleri uzun süre iyice anlaşılamamış, zaman zaman devrin önde gelen Türkçüler’i tarafından tenkit edilmekten kurtulamamıştır.
Bütün bu hazırlığın arkasından onun bir devre damgasını vuran asıl sanatkâr şahsiyeti tekke şairleri ve halk âşıklarının genellikle mûsiki eşliğinde okudukları divan, nefes ve ilâhi gibi şiirlerden yola çıkarak kaleme aldığı divan, koşma ve nefesleriyle belirir. Millî Edebiyat’ın daha yeni yeni teşekkül etmeye başladığı II. Meşrutiyet sonrasında onun bu tarz şiirler yazmak suretiyle Türk edebiyatının asıl kaynağına yönelmesi dönemin birçok şair ve aydını için yol açıcı bir rol oynar. Bu yıllarda hece vezniyle yazdığı lirik divan ve koşmalarıyla şöhret kazanan şair sanat anlayışı olarak sübjektivizmi benimser. Bundan dolayı şiirlerinde teşbih, istiare ve mecaz gibi edebî sanatlara başvurmaz; doğrudan doğruya dış dünyadaki varlıkların ruhunda uyandırdığı tesirleri aksettirmek suretiyle daha çok izlenimlere dayalı bir sanat anlayışını savunur.
Doğu ve Batı dünyasına ait oldukça geniş bir felsefî birikime sahip olan Rıza Tevfik, yeni bir ekol kurmaktan ziyade mevcut felsefî bilgileri yorumlayarak bunlarla modern görüşler arasında dikkate değer benzerlikler üzerinde durmuştur. Bütün bu faaliyetleri yanında 1905’te Mehmed Emin’in şiirleri dolayısıyla dilde sadeleşme ve hece vezni üzerine Ömer Nâci ile, 1918’de Zerdüşt’ün Türk asıllı olup olmadığı konusunda Sâmih Rifat’la, yine aynı yıl Tevfik Fikret’in inancı konusunda Babanzâde Ahmed Naim’le fikir tartışmalarına girmiş, bu tartışmalar sırasında bütün bilgi birikimini ortaya koyduğu dikkate değer makaleler yazmıştır.
Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi