Aziz Mahmud Hüdâyî, 1541’de Koçhisâr’da doğar, 1628’de Üsküdar’da vefat eder. Vefatından sonra Üsküdar’da onun mezarının yanında türbesinin de burada yapılması sonucu, Aziz Mahmud Hüdâyî Tekkesi önemli bir ziyaretgâh yeri olur.
Bilindiği gibi Aziz Mahmud Hüdâyî, “mutasavvıf, âlim, şair ve Celvetiye tarikatının kurucusu”dur. Atâyî’nin Şakâyık Zeyli’nde onun Seferihisarlı olduğu kaydedilmiştir. Kendisinin Cüneyd-i Bağdadî neslinden geldiğini bildiren Hüdâyî, ilk tahsilini babası Feyzullah bin Mahmud’un yanında yapmış, daha sonra İstanbul’a gelerek Molla Nasırzâde’nin derslerine devam etmiştir. O, hocasının Edirne’deki Sultan Selim Medresesine tayini üzerine onunla Edirne’ye gider ve ona muit (yardımcı) olur (1570). Ardından Şam ve Mısır’da bulunan Hüdâyî, buralarda Halvetiye şeyhleri ile görüşür. Dönüşünde Bursa’daki Ferhadiye Medresesine müderris tayin edilir (1573). Bursa’da aynı zamanda Mahkeme-i Suğra Nâibliği/Kadılık da yapar.
Bursa’daki görevi esnasında gördüğü bir rüya üzerine Şeyh Üftade’ye intisap eder. Üç sene kadar Celvetî üslûbu üzerine sülûktan sonra, Seferhisâr’da halife olarak irşada başlar. Seferhisâr’dan tekrar Bursa’ya, oradan da İstanbul/Üsküdar’a gelir. Önce Küçük Çamlıca’daki çilehanede bir süre inzivaya çekilir.
Hâlen Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Dergâhı, 1595’te inşa edilir ve içinde; kütüphane, semahane ve türbe bulunan bu tekke, devrinde âlimlerin, şairlerin ve musikişinasların toplantı yeri olmuş, devrin padişahı I. Ahmed de zaman zaman bu toplantılara katılmıştır.
Aziz Mahmud Hüdâyi, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri zümresi içinde yer almış, sade ve hikemi mahiyette şiirler yazmıştır. Şiirlerinde, bazen hece, bazen de aruz veznini kullanan Hüdâyî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirdiği vahdet-i vücûd anlayışına bağlı bir mutasavvıftır. Şiirleri ve mektuplarında bu açıkça görülür. Onun gerek devrinde, gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitaplarında; “kutbü’l-aktab, sâhip-i zamân, mürşid-i kâmil” gibi unvanlarla anılması, ölümünden sonra da şöhretinin devam ettiğini göstermektedir. Dilden dile nakledilen menkıbe ve kerametleri halkın gönlünde taht kurmasını sağlamış, ziyaretçileri her devirde artarak devam etmiştir.
Aziz Mahmud Hüdâyi’nin eserlerini; Türkçe ve Arapça olmak üzere başlıca iki grupta toplayabiliriz. Onun eserleri; dinî ve bilhassa tasavvufî konuları fazlası ile işlemiştir ki, bu sebeple o, bu tür şiirin önde gelen önemli temsilcilerinden biridir. O, zamanında ve bugün de herkes tarafından çok tanınmış, halktan ve padişahlardan dahi büyük saygı görmüş önemli mutasavvıflarımızdan biri olmuştur (Kocatürk 1970: 474). Eserlerinin birçok nüshasının bulunması da, bu eserlerin halk tarafından ne kadar sevilip benimsendiğini göstermektedir. Bu cümleden olarak onun Türkçe ve Arapça eserlerinin adlarını vermeye çalışalım:
Türkçe Eserleri
Divân-ı İlâhîyat: Tasavvufî hikmet ve nasihatlerden oluşmuş bir Divân’dır.
Tarikatnâme: Dervişliğin erkân ve adabı anlatılmaktadır.
Tezâkir-i Hüdâi: I. Ahmed’e gönderilen mektup ve tezkirelerin toplandığı bir eserdir.
Ecvibe-i Mutasavvıfâne: Kendisine sorulan bazı tasavvufî sorulara verdiği cevaplardır.
Nasâyih ve Mevâız: Bazı nasihat ve vaazların derlendiği bir eserdir.
Mi’râciye: Mi’rac’ı, ayet ve hadislere dayanarak anlatan küçük mensur bir risaledir.
Necatü’l Garik fi’l-Cem’i ve’t-Tefrik: Bazı tasavvufî makamlardan bahseden eserdir.
Arapça Eserleri
Câmiu’l-Fadâil ve Kâmiu’r-Reâil: Tasavvufî ahlaka dair olan meşhur eseridir.
Fethu’l-Bâb ve Refu’l-Hisâb: İnsanın yaradılışından ve insanın sıfatlarından bahseden bir eserdir.
Keşfü’l-Kânâ an Vechi’s-Sema: Tasavvuftaki sema konu edilmiştir.
Habbetü’l-Mahabbe: Allah, peygamber ve ehl-i beyt sevgisi üzerine bir eserdir.
Nefâisü’l-Mecâlis: Bazı ayetlerin tasavvufî tefsiri yapılmıştır.
Tecelliyât: Hayatta iken mazhar olduğu tecellileri anlatan ve tarihleri ile tespit edilen bir risâledir.
Vâkıât: Tarikat sırları ile ilgili bir risaledir.
Kaynak: Kaynak: Türk Halk Şiiri, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, Eylül 2011.