Asıl adı Ömer'dir. Erzurum'un Hasankale ilçesinde doğmuştur. (Tahmini 1570) İstanbul'a gelmiştir. İstanbul'da padişah ve vezirler için yazdığı kasidelerle kısa zamanda büyük bir ün kazanmıştır. Övgülerinde çok abartılı hareket eden şair gördüğü kusurları da en şiddetli şekilde hicvetmekten çekinmemiştir. En yüksek mevkide bulunan kimseler bile onun hicivlerinden kurtulamamıştır. Nef'i Divan şiirinin en güzel kasidelerini söylediği gibi musikili bir dil oluşturmayı başarmıştır. Şiir diline yeni bir ahenk kazandırmıştır. Kelimelerin anlam ve konuya göre seçilmesine, bu kelimeler arasındaki uyuma, iç ahenge dikkat etmiştir. Divan şiirinin kaside alanında büyük başarıya ulaşmış ve bu tarzın üstadı kabul edilmiştir. Nef'i övgüsünde samimidir. Kendi kendini de aynı samimiyetle övmekten kaçınmamıştır. Türk edebiyatında en güzel "fahriyelerini" o yazmıştır.
Şairliği
XVI. yüzyılda biçim ve içeriğiyle sistemli bir yapıya kavuşan klasik anlayış, daha sonraki dönemlerde de temsilcilerini bularak devam eder. Nedîm’in isabetli bir biçimde belirttiği gibi kaside tarzının ustası olarak Nefî görülür:
Olamaz amma gazelde Bâkî vü Yahyâ gibi.
Nefî kaside alanında söz ustasıdır. Ancak gazelde Bakî ve Yahya Efendi gibisi olamaz.
Nefî, kaside nazım şeklinde ulaştığı söyleyiş ve anlatım ustalığıyla çağdaşlarını olduğu kadar kendisinden sonra gelenleri de etkilemiştir. Öyle ki ondan sonra kaside söyleyen her şair Nefî Divanını, hicve meyledenler de Siham-ı Kazayı dikkate almak zorunda kalmıştır. Nefî Divanında 62 kaside yer alır.
Divan şiirinin en büyük kaside ustası, övgü ve yergi şairi olarak tanınan Nefî, aslında tam bir mizaç adamıdır. Şiir diline medhiye (övme), fahriye (övünme) ve hicviye (yergi) biçiminde yansıyan şairlik kabiliyeti, esas itibariyle onun otoriteyle çatışma ve güçlü benlik duygusuyla ilişkilidir. Şiirlerinde hemen her şeyin “ben” üzerine kurulmuş olması, babasını ve siyasal piramidin zirvesindeki isimleri eleştirisi, başlangıçta tercih ettiği Darrî mahlası şairin psikolojisi ve ölümünü hazırlayan sebeplerin kökeni konusunda psikanalistlere söz söyleme imkânı verebilecek ipuçlarıdır. Gelibolulu Âlî’nin, Erzurum’da Darrî mahlasıyla söylediği şiirleriyle tanıyıp Nefî mahlasıyla onurlandırdığı bu hiciv ustası, her ne kadar şiirin ve sanatın merkezi olan İstanbul'da Darrî mahlasını kullanmamış olsa da eserlerini hep mizacının anahtarı sayılabilecek ilk mahlasının etkisi altında yazmıştır. Öyle ki Siham-ı Kazada başta babası olmak üzere geleneğin kabulleri gereğince övülmesi beklenilen kişileri yermiştir. Hicivlerinde yer yer argo ve küfür kullanan Nefî, özellikle saygı duyduğu kişilerle manzum şakalaşmalarında söz oyunlarına başvurmuş ve bu tarz şiirleriyle sözlü kültür ortamlarında anılacak güzel örnekler vermiştir.
Övgülerinde ve yergilerinde kaside formunun kurallarını altüst ederek şiirin merkezine kendini yerleştirmiştir. Hiç şüphesiz Nefî’nin şiiri, övgü ve yergiden ibaret değildir. Fakat şair, çok başarılı olduğu gazel tarzında bile kasidelerine hâkim olan ruh halini yansıtabileceği yollara başvurmuştur. Şöyle ki divan şiiri geleneği içinde müzeyyel gazel söyleme eğilimi XVII. yüzyılda yaygınlaşmış ve bu tarz gazellere Şeyhülislam Yahya’dan sonra en çok Nefî itibar etmiştir. IV. Murat’ı kasidelerinde övmekle yetinmeyip gazellerinin mahlas beyitlerinden sonra eklediği birkaç beyitle de övmeyi ihmal etmemiştir. XVII. yüzyılda kendisine en fazla müzeyyel gazel yazılan kişi IV. Murat ve onun için en çok müzeyyel gazel söyleyen şair ise Nefî’dir.
Nefî şiirde ses unsuruna önem veren, dilin musikisini yakalayabilen şairlerdendir. Bilhassa gazellerindeki ritmik akışkanlık ve şiirini idare eden musiki, devrin atmosferi içinde fark edilmekle kalmamış, daha sonra da onun hakkında söz söyleme gereği duyanlarca vurgulanmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Nefî ve Nedim için “ikisi de baştan başa ses ve edadır” diyerek işaret ettiği bu husus, müstakil çalışmalara konu olmuştur. Nefî, az sayıda gazel söylemiş olmasına karşın gazel şairi olarak da çağdaşlarını ve kendinden sonra yetişen şairleri etkilemiştir. Ele aldığı konulardan biçim tercihlerine kadar geleneğe uymakla birlikte zaman zaman geleneğin imkânlarını zorlar.
Ömer Nefî, yaşadığı döneme kadar divan şiiri geleneği içindeki bütün arayış ve tecrübeleri devralmakla birlikte mizacının ve devrin şiir anlayışında giderek yer bulan Hint üslubunun etkisiyle mübalağa sanatını şiir anlayışının merkezine yerleştirir. Şair, her ne kadar Hint üslubunun tam bir temsilcisi sayılmasa da bu tarzın en büyük ustası Nailî tarafından övülmüştür. Nailî, bir müzeyyel gazelin imkânları çerçevesinde Nefî’yi överken şiirin başlığında onu sultanu’ş-şuara (=şairler sultanı) olarak takdim eder. Gazelin zeyl beyitlerinde onun söze ruh veren eşsiz bir şair olduğunu söyler.
Nefî’nin şiirlerine işleyen Mevlana sevgisi ve özellikle Türkçe Divanında birkaç örnekle yetindiği halde Farsça Divanı’nda ciddi bir yer tutan rubailerindeki bilgece söyleyişler, mistik şiirin peşinde olanların dikkatini çekmiştir. Belki de kasidelerinde “ben”iyle bu denli öne çıkan bir mizacın gazellerde ve Farsça rubailerde eriştiği dinginlik bu şiirleri çekici hâle getirmektedir.
Osmanlı taşrasında dünyaya gelip şiirin merkezi olan İstanbul'da bütün sanat çevrelerinin dikkatini çeken, kendince bir üslup geliştiren Nefî, hem gazel ve kaside şairi hem de bedelini canıyla ödeyen bir hiciv ustasıdır. Özellikle musiki meclislerinde icra edilen güfteleri ve dillerde dolaşan nükteleriyle Türk kültür ve sanat hayatında yerini almıştır.
Eserleri
Nefî edebiyatımızın iki dilli ve sivri dilli şairlerindendir. Türkçe şiirleriyle şöhretin zirvesine ulaşan şair, Farsça Divan tertip ederek bu alanda da iddialı olduğunu gösterir. Sivri dilinin ürünü olan hicivlerini ise Siham-ı Kaza'da toplamıştır. Şimdi bu eserleri biraz daha yakından tanıyalım.
Türkçe Divan: Nefî’nin en önemli eseridir. Kahire'de ve İstanbul'da eski harflerle basılmış, çeşitli antolojilere Nefî Divanından örnekler alınmıştır. Atatürk Üniversitesi’nde eserin tam metni doktora tezi olarak hazırlanmış ve popüler neşri yapılmıştır (Akkuş 1993). Birkaç kez Nefî Divanından seçmeler yapılmış ve yayımlanmıştır (İpekten 2000; Pala 2005).
Farsça Divan: Fazla hacimli bir eser değildir. Şairin rubailerini (171 adet) ve “Tuhfetü’l- Uşşak” başlıklı uzun bir mazumesini (97 beyit) ihtiva etmesi bakımından önemlidir. Diğer nazım biçimleriyle de yazılmış az sayıda şiir içermektedir. Mehmet Atalay tarafından doktora tezi hazırlanmış, eski harfli metni yayımlanmıştır. (Nefî, Farsça Divanı, haz. Mehmet Atalay, Erzurum 2000).
Siham-ı Kaza: Nefî’nin en ünlü eseridir. Hicivlerinin bir araya getirildiği bu eserde, hicvin ve mizahın bütün çeşitlerine örnek bulunabilir. Latifelerden küfürlere, imalardan ithamlara kadar her düzeyde hicviye ihtiva eden bu eser, şairin eleştiri oklarının hedefi olan babasını, devrin bürokratlarını, şairlerini ve din adamlarını ortak paydada buluşturur. Tam metni ilk defa Metin Akkuş tarafından yayımlanmıştır (Ankara 1998).
Kaynak: XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, Ocak 2013.