Doğum tarihi: 1866, İstanbul
Ölüm tarihi ve yeri: 27 Mart 1945, Yeşilköy, İstanbul
Halit Ziya Uşaklıgil, Servet-i Fünûn Döneminin en ünlü romancılarındandır. 1866 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul'da başladığı öğrenimini İzmir'de tamamladı. Fransızca öğrendi; Fransız klasiklerini okudu. İzmir'de "Nevruz" ve "Hizmet" gazetelerini çıkarttı. Osmanlı Bankasında ve Tekel İdaresinde çalıştı. Bir ara İstanbul Üniversitesinde, Batı edebiyatı okuttu. Hayatının son yıllarını anılarını yazarak ya da eskiden yazdığı eserlerinin dilini sadeleştirerek geçirdi. 1945 yılında İstanbul'da öldü.
Halit Ziya Uşaklıgil, edebiyatımızın ilk gerçekçi hikâye ve romancılarındandır. Kullandığı güçlü roman tekniği ve anlatımıyla başarılı eserler kaleme almıştır. Romanlarının konusunu, genelde aydın kesim insanının yaşamından almakla birlikte hikâyelerinin konusunu kırsal bölge insanından aldı.
Romanlarında ağır bir dil kullanmasına karşın hikâyelerinde kısmen yalın bir dil kullandı. Hikâyelerinde ele aldığı insanlar da kırsal bölge insanıdır. Olayları gerçekçi bir gözle inceledi. Betimlemelere ve ruhsal çözümlemelere geniş yer verdi.
Eserlerinden bazıları şunlardır:
(hikâye) Bir Yazın Tarihi, Hepsinden Acı;
(roman) Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası (Ferdi ve Ortakları), Sefile, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu (Yasak Aşk), Kırık Hayatlar
(hatıra) Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye;
(deneme, makale) Sanata Dair;
(tiyatro) Kabus, Fürûzan.
Bütün aksamalara rağmen Sefile, Henüz On Yedi Yaşında romanından birçok yönden üstün ve yeni bir eserdir. Sefile, ayrıca kullandığı objektif anlatım yolları bakımından roman tarihimizin ilk realist, hatta natüralist romanıdır. Yanlış bir şekilde bizde ilk realist roman kabul edilen Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt’i, Sefile’den iki yıl sonra 1888’de yayımlanmıştır.
Bir Ölünün Defteri’ne hakim olan kaderci tutumu biz Sefile ve Nemide romanlarında daha mübhem bir şekilde hissederiz. Kadercilik ya da fatalizm Fransız realist ve natüralistlerinde de görülen ve bir bakıma materyalist felsefeden kaynaklanan bir tutumdur. Tabiî bunda devrin şartlarının da etkisi vardır. Halit Ziya’nın hemen bütün romanlarında hayatın karamsar bir şekilde algılanışını görmek mümkündür.
Genç kadındaki doyumsuzluğun bilinç düzeyine çıkışı. [Aşk-ı Memnu’da Bihter’in aynanın karşısında soyunup kendini seyretmesi]
Yazarın ‘küçük roman’ diye nitelediği hikâyelerden Bir Muhtıranın Son Yaprakları Necip adlı kahramanın hayattan nefreti ve can sıkıntısını anlatan notlardan meydana gelmiştir. Melankolik genç, bir sahil köyünde, her şeyde ‘melal’ ve boşluk bularak hastalanıp ölür. Hikâyede geçen ‘hiç’, ‘vâhî’ kelimelerinin çokluğu Tevfik Fikret’in ‘Bütün boşluk: Zemîn boş, âsumân boş, kalb ü vicdân boş’ mısraının öncüsüdür ve bütün Servet-i Fünuncularda ortaktır. Hayattan bu nefretini, mizaç, hazin hayat tecrübeleri ve ülkenin durumuna bağlayan yazar, ileride de kullanacağı zengin damarı bulmuştur ve bu eserdeki Necip’le amcasının konuşmaları Nesl-i Ahîr’deki farklı nesillerden de olsa yaşlı ve gençleri ortaklaşa kuşatan kötümserliğin başlangıcı sayılabilir. (Enginün, 2007, 331-332)
"Bu muydu?"da yazar kişilerin hayat hikâyelerini anlatırken Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası’nda olduğu gibi mektuplaşma yöntemini kullandıktan başka iç monolog tekniğine de yer vermiştir. 1896’da yayımlanan Araba Sevdası’ndan beş yıl önce bu tekniği ilk defa olarak Halit Ziya Uşaklıgil’in kullanması oldukça önemli bir noktadır. (Huyugüzel, 1995, 55)
[İzmir Hikâyeleri] hikâye-hatıra karışımı ve biyografik bir mahiyet taşıyan yazılardır. Dolayısıyla bu yazıları da hikâye kapsamının dışında tutmak gerekir. Çünkü bunlarda ne tam bir olay örgüsü ne de hikâyeye has bir kurgu dünyası vardır. (1994, 58-62.)
Aşk-ı Memnu topluma değil, bireye ve bireyler arası ilişkiye dönük romanlardandır.
Muhtevaları itibarıyla Mensûr Şiirler’de yer alan parçaların hemen hemen tamamında karamsarlık ve hayattan nefret duygusu ağır basar. Yazarın bunları kaleme aldığı ilk gençlik çağlarının psikolojisinin ve devrinin edebiyatının romantik yönelişlerinin etkisiyle, aşk, hüzün, nefret, karamsarlık, hatta mutluluk ve sevinç, yaşanan duygu ne olursa olsun, gözyaşı bir fon olarak bu şiirlerde daima karşımıza çıkar.
Genç Halit Ziya bu şiirlerinde marazî bir hassasiyet, aşırı bir ‘rikkat-i kalb’ (s. 16) içindedir. Ölüm, mezar, ızdırab, aşk, ihanet, yaşamaktan nefret, rüya, tahayyül, gözyaşı, mûsikî, gökyüzü, semâvî unsurlar, tabiatın güzellikleri, gece, bahar ve hazan mevsimleri şairin muhayyilesinin uğraklarıdır.